20 Eylül 2013 Cuma

devrimin zamanı /şiirin zamanı

Şöyle bir durum da var, devrimin zamanı sokakların şiirlerle donatıldığı zamandı(r). Gene gelebilir ve gene donatabilir. Gökkuşağı merdivenleri mesela geldiği bir momentti. Bu zaman normal gündelik zamandan farklı akıyor. Herkesin bildiği gibi, bir ucundan parçası olmuş. Öte yandan şiirin zamanı da farklı bir zamandır (gene, herkesin bildiği gibi, bir ucundan parçası olmuş, tabii, kafamızdaki kariyerist şiir-dışı şair tiplemesini bir an için unutup salt şiiri anımsarsak), bu anlamda şair sanki hep devrim zamanında imiş gibi yazar (mesela Mallarme desem, çok açık örnek olsun diye biraz geçmişten) ve böylece gündelik zamanın içine başka zamanların nüvelerini bırakır (daha sonra devrim zamanlarında bunların nasıl 'işe yaradığını' 'eylemimiz karadır abiler'le 'aşk örgütlenmektir' dövizleriyle ve diğerleriyle gördük). Dolayısıyla, sokakta şiir yazmak ile 'şiir yazmak' arasında vırız vızır solucan delikleri mevcut.... Yalnız, şiir çevirisinde nasıl bir sıkıntı hep var denirse ve bir çevrilme güçlüğünden bahsedilirse benzerini de mesela devrim zamanı için söyleyebiliriz. Haberini okumakla, fotoğrafını görmekle orada olmak aynı şey değil. Reprodüksiyondan sanat tarihi takibinin tüm eksileri ve artıları birlikte üşüşüyor. En basitinden gökkuşağı merdivenleri fotoğraflarda süper bir hayalgücü ve uygulama gibi, fiilen gördüğünüzde ise ayrıca muhteşem bir görüntü ve muhteşem bir merdiven duygusu. Tırmanma veya bakakalma arzusu... Ya da daha küresel bir yerden, Occupy, Tahrir, İspanya'daki Öfkeliler veya Yunanistan düne kadar iyi çevrilememiş şiirler gibiyken şimdi Gezi'den sonra her bir dize sanki karşılığını daha kolay buluyor boğazda düğümlenmeden. Devrim zamanını adımlamış kişi (şiirin tadına anadilinde de varmış veya eserin orijinalini de görmüş kişi gibi) sonra evde reprodüksiyona baktığında o ilk reprodüksiyona baktığı andan başka bir şey anlıyor (ya da şiir yazmış kişi şiir çevirisi ile karşılaştığında marmeladın kokusunu daha farklı duyabiliyor). Sevgili ve unutulmaz Metin Erksan, onca deneyim ve ufuk sonrasında ve sayesinde mesela, bir keresinde şöyle demişti (sanırım devrim ve sinema zamanının içinden geçip gitmişlikle): "O koca ekranlardan ne anlıyorsunuz, neye bakıyorsunuz bilmiyorum! Benim küçük bir televizyonum var, ben orada her şeyi anlıyorum!"


Belki tam da bu nedenle veya benzer nedenlerle, Arjantin'den bir yazar, Kardeş Türküler'in Tencere Tava Havası'nı her seyredişte nasıl gözlerine yaşlar dolduğunu söyleyebiliyor. Çünkü o direniş marmeladının kavanozunu 2001'de kendi ülkesinde bizzat açmıştı, olası başka çünkülerin yanında veya bakışa göre önünde, hani...

Direnişin, devrimin, ve şiirin, hepsi kendine özgü ama bir yandan belli ki geçişli özel zamanlarında deneyimin özel bir ritmi var, klipten salt gördüysen adımları şaşırmaması güç, şaşırmamak istemesi daha güç ilk tökezlemeden sonra...

18 Ocak 2013 Cuma

Pastane versus Starbucks

mahallenin kafesindeyim. aslında tam bir kafe de değil. bir pastane. iki saatim var. çalışmak için kaçtım buraya. eve yakın, fazla da vaktim yok. pasta kokuları çalışmayı zorlaştırıyor bazen. acıkıyorsunuz gereksiz yere. internet var gene de. müzik de bazen rahatsız edici ama an itibarıyla sorunsuz. fakat mekanın bambaşka bir farkı dikkatimi çekiyor. gene çalışmak için zaman zaman çıktığım kafelerden diyelim Starbucks'da hiç karşıma çıkmayan bir atmosfer var burada. şu anki sahne sözgelimi şöyle özetlenebilir: Arkamda ağlaşan iki kadın var. o tarafa bakmamaya özel olarak çalışmam gerekiyor. hıçkırıklar yazdıklarımı etkiliyor. konuyu anlamamam, duymamam doğrusu gibi gelse de birşeyler duyuyorum. üstelik her zaman benim oturduğum yere oturmuşlar. belki de ben ağlayacaktım bugün benim yerime onlar ağlıyorlar. Önümde önce sevgilisine biraz tafra attıktan sonra fena azar işitmeye başlamış ve şimdi rezil oluyor muyum diye çevreyi kolaçan eden bir genç kız. sevgilisi baştan alttan alıyordu şimdi coştu. kızın babasına da saydırıyor. sigara içiyorlar ikisi de. namuslu iş yapmaktan bahsediyorlar. Halbuki Starbucks'ta hep etrafımda internetten hızlı para kazanmak isteyen gençler iş görüşmeleri yapıyorlar. ingilizce dersi alanlar oluyor yabancılardan. yeni yazılım veya site hayalleriyle heyecanlanmış gençler. Paftaları açıp hesap yapan takım elbiseli birkaç kişi. Belki de Starbucks'ta ağlamak, birbirimize bağırmak; mahalle pastanesinde ise iş görüşmeleri yapmak, zengin olma hayalleri kurmak, İngilizce dersi almak, geleceğe hırsla bakmak gerek. Ama nasıl da imkansızlaşıyor mekanın kokusuyla bile. neyse, işimize dönelim...