mahallenin kafesindeyim. aslında tam bir kafe de değil. bir pastane. iki saatim var. çalışmak için kaçtım buraya. eve yakın, fazla da vaktim yok. pasta kokuları çalışmayı zorlaştırıyor bazen. acıkıyorsunuz gereksiz yere. internet var gene de. müzik de bazen rahatsız edici ama an itibarıyla sorunsuz. fakat mekanın bambaşka bir farkı dikkatimi çekiyor. gene çalışmak için zaman zaman çıktığım kafelerden diyelim Starbucks'da hiç karşıma çıkmayan bir atmosfer var burada. şu anki sahne sözgelimi şöyle özetlenebilir: Arkamda ağlaşan iki
kadın var. o tarafa bakmamaya özel olarak çalışmam gerekiyor. hıçkırıklar yazdıklarımı etkiliyor. konuyu anlamamam, duymamam doğrusu gibi gelse de birşeyler duyuyorum. üstelik her zaman benim oturduğum yere oturmuşlar. belki de ben ağlayacaktım bugün benim yerime onlar ağlıyorlar. Önümde önce sevgilisine biraz tafra attıktan sonra fena
azar işitmeye başlamış ve şimdi rezil oluyor muyum diye çevreyi
kolaçan eden bir genç kız. sevgilisi baştan alttan alıyordu şimdi coştu. kızın babasına da saydırıyor. sigara içiyorlar ikisi de. namuslu iş yapmaktan bahsediyorlar. Halbuki Starbucks'ta hep etrafımda
internetten hızlı para kazanmak isteyen gençler iş görüşmeleri
yapıyorlar. ingilizce dersi alanlar oluyor yabancılardan. yeni yazılım veya site hayalleriyle heyecanlanmış gençler. Paftaları açıp hesap yapan takım elbiseli birkaç kişi. Belki de Starbucks'ta ağlamak, birbirimize bağırmak; mahalle pastanesinde ise iş görüşmeleri yapmak, zengin olma hayalleri kurmak, İngilizce dersi almak, geleceğe hırsla bakmak gerek. Ama nasıl da imkansızlaşıyor mekanın kokusuyla bile. neyse, işimize dönelim...