22 Kasım 2015 Pazar

Bellek Tiyatrosu

Simon Critchley, Bellek Tiyatrosu (2015, çev. Tuncay Birkan) ile edebiyat alanındaki çıkışını yapmış oldu. Crtichley'i bir düşünür olarak tanıyoruz, elimizdeki de bir novella. Ama o kadar çok gerçek olaya ve kitaba gönderme var, ve o kadar çok deneme tadında bölüm var ki kararsız da kalabiliyoruz. Artık tanıdık gelen bir gelenek uyrınca, kurmacayı kurmaca olduğundan kuşkulanarak okuyoruz. Critchley, okurun gözünde bir felsefeci, salt bir düşünür olması durumuyla da oynuyor ve bunu bir şaşırtmaca için temele dönüştürüyor. Böylece kitaptaki Critchley ile dış dünyadaki Critchley arasında gidip geliyoruz. Ta ki, günün sonunda, daha doğrusu novellanın sonunda, roman kahramanı, anlatıcı olarak Critchley'e tam olarak kendimizi bırakmaya razı olana dek. Kitabı, doğal olarak sadece kişisel bellek ve kişisel bellek tiyatrosu açısından değil tarihyazımı meseleleri açısından da ilginç yapan bir çok gönderme ve tartışma var içinde.
Hikayenin anlatıcı-kahramanı, Critchley, kendi hayatını ve deneyimlerini çok daha kısa kısa geçiyor ama arkadaşının kendisine miras bıraktığı dokumanlardaki değinilere daha etraflı yer veriyor. Deneme tadı veren bölümler de bunlar hep. Özellikle Hegel'in Tinin Fenemonolojisi üzerine olan pasajlar bütün kitabın felsefi tartışması adına da kilit önemde.
Graham Swift'in Su Diyarı'nı (o da Metis, 2007, çev. Aslı Biçen) aklıma getirdi okurken. Edebiyatçılıktan gelen Swift'in tarihyazımı, bellek, geçmiş, geçmişin bir anlatıya dönüştürülmesi konularındaki muhteşem romanı Su Diyarı ile birlikte okunsalar tiyatroyu -en hayırlı anlamda- su basabilir!
Critchley'in kitabına Liam Gillick'in fotoğraflarının eşlik ediyor oluşu da sanat dünyasından okurlar için özelllikle işin büyük sürprizi.
Liam Gillick 14. İstanbul Bienali'nin de sanatçılarından biriydi. Hani denizden bakınca İstanbul Modern'in cephesindeki devasa iş...



13 Mayıs 2015 Çarşamba

CAN YÜCEL OKURKEN (2009'da)


can yücel'in 67-68de ant dergisinde yazdığı köşe yazılarını sıradan okuyorum da... kesinlikle herhangi bir şekilde özgürlükçü solla batıdaki 68le alakası yok. full tam bağımsızlık yurtseverlik bugunku tkp tarzı bir yerden konusuyor ve antiamerikancılık kadar ana bir meselesi yok. yunan gavurunu denize dokmuslugumuzden bahsediyor ironisiz, amerikan askerleriyle orospular yatacak diye mahvolmus bu konu cok mesgul etmis onu, kendisini İkinci Kurtuluş Savaşı neferi olarak koyuyor, sosyalistliği de böyle birşey olarak anlıyor, atatürke ve ilk kurtuluş savaşına hep bağlı ve sürekli anti demirel ve anti amerikan, doğrudan askeri ve darbe yapma ihtimallerini de övüyor, kıbrısı yunana veriyorlar diye korku icinde uzaktan laf atmak yerine kıbrısta kurşun atamadığı için özür diliyor kıbrıslılardan vs. 
ama can yücel düzyazılarını okumaya devam edicem gelişimini merak ediyorum. 
belki o da 90dan sonra özgürlükçü sola yanaşmıştır...
ama her durumda dili çok keyifli, esprileri kaba sabalıkta bazen düz cinsiyetçilik içinde falan da olsa genelde hep komik, zeki, dili iyi kullanan bir yazar geldiği anlaşılıyor...

--2009'daki okumalardan notlar