Simon Critchley, Bellek
Tiyatrosu (2015, çev. Tuncay Birkan) ile edebiyat alanındaki
çıkışını yapmış oldu. Crtichley'i bir düşünür olarak
tanıyoruz, elimizdeki de bir novella. Ama o kadar çok gerçek olaya
ve kitaba gönderme var, ve o kadar çok deneme tadında bölüm var
ki kararsız da kalabiliyoruz. Artık tanıdık gelen bir gelenek
uyrınca, kurmacayı kurmaca olduğundan kuşkulanarak okuyoruz.
Critchley, okurun gözünde bir felsefeci, salt bir düşünür
olması durumuyla da oynuyor ve bunu bir şaşırtmaca için temele
dönüştürüyor. Böylece kitaptaki Critchley ile dış dünyadaki
Critchley arasında gidip geliyoruz. Ta ki, günün sonunda, daha
doğrusu novellanın sonunda, roman kahramanı, anlatıcı olarak
Critchley'e tam olarak kendimizi bırakmaya razı olana dek. Kitabı,
doğal olarak sadece kişisel bellek ve kişisel bellek tiyatrosu
açısından değil tarihyazımı meseleleri açısından da ilginç
yapan bir çok gönderme ve tartışma var içinde.
Hikayenin
anlatıcı-kahramanı, Critchley, kendi hayatını ve deneyimlerini
çok daha kısa kısa geçiyor ama arkadaşının kendisine miras
bıraktığı dokumanlardaki değinilere daha etraflı yer veriyor.
Deneme tadı veren bölümler de bunlar hep. Özellikle Hegel'in
Tinin Fenemonolojisi üzerine olan pasajlar bütün kitabın felsefi
tartışması adına da kilit önemde.
Graham Swift'in Su Diyarı'nı
(o da Metis, 2007, çev. Aslı Biçen) aklıma getirdi okurken.
Edebiyatçılıktan gelen Swift'in tarihyazımı, bellek, geçmiş,
geçmişin bir anlatıya dönüştürülmesi konularındaki muhteşem
romanı Su Diyarı ile birlikte okunsalar tiyatroyu -en
hayırlı anlamda- su basabilir!
Critchley'in kitabına Liam
Gillick'in fotoğraflarının eşlik ediyor oluşu da sanat
dünyasından okurlar için özelllikle işin büyük sürprizi.
Liam Gillick 14. İstanbul
Bienali'nin de sanatçılarından biriydi. Hani denizden bakınca
İstanbul Modern'in cephesindeki devasa iş...