29 Eylül 2011 Perşembe
Konya - İstanbul treninde yere sakızı kim attı?
Konya -İstanbul treninde kavga çıktı -hem de bir sakız için! Trenin 4 saat rötar yapmış olmasının da bu kavgada payı olabilir. Sinirler bozuluyor böyle durumlarda. Ama kavga tam olarak şöyle çıktı: biri yere sakız atmış. Bu sırada bir karı-koca, genç bir çift, geçiyorlar, hanımefendinin ağzında sakız oldugunu gören yaşlı başlı yolculardan biri "her yere sakız atıyorsunuz, treni sayenizde bok götürüyor, pislikler" falan diye birden tersleniyor. Bunun üzerine sakız çiğneyen hanımefendinin eşi genç delikanlı "biz atmadık onu ne biçim konuşuyorsun"a geçiyor, yerdeki sakıza baktıkça sinirleri bozulmuşa benzeyen yaşlı beyefendi ise küfrü basıyor, bunun üzerine genç beyefendi yumruklu saldırıya girişiyor, ortalık karışıyor, diger yolcular ayırıyorlar. Ben genç beyefendinin arkasındayım ve bir ara elinin beline gittigini dehşetle gözlemliyorum. O sırada ilginç bir şey oluyor, genç beyefendi kendisinin polis olduğunu haykırıyor. Bu sanki onu otomatikman haklı veya yere sakız atamaz yapacakmışcasına. Bunun üzerine yaşlı beyefendi de sen polissen ben de gaziyim diye bagiriyor! Ve de kanıt olarak gazi kartını cüzdanından çıkartıp gösteriyor, sallıyor! Bir polis ile bir gazi dövüştüğünde kim -otomatikman- haklıdır? Ayırma çabaları sonucu bana iyice yaklaşan polis bu konuda kararsız görünüyor. Gazi kartının polisin doğal haklılığını sarstığını gözlemliyorum. Kendisine eşinin yanında küfredilmiş olmasını ısrarla öne sürüyor genç polis. Bu arada diğer yolcuların ayırırmış gibi yaparkenki kışkırtmaları da manidar. Polisi engelleyen bir adam, fısıldayarak polise akıl veriyor ve "trende olmaz, burda olmaz, indikten sonra çek kenara, bitir işini" deyiveriyor! Gazi, galiba kavga sırasında kendini hakarete ugramis hissettiğinden, olayı büyütmek istiyor. Telefonla polisleri ariyor. 155i belki. Trendeki görevliyi şahit olarak kendisiyle birlikte trenden indirmeye calisiyor. Görevli ben trenden inemem diye net bir cevap veriyor. En komik sahne işte orada yaşanıyor, bütün trenin ayırmaya çalıştığı, birbirlerine yaklaşamasınlar diye etten duvar ördüğü gazi ile polis (ve eşi) Söğütlüçeşme'de birlikte trenden iniyorlar. Sadece onlar. Ama bu kez kavga etmiyorlar, cünkü gazi çıldırmış vaziyette. "Polisler gelecek polisler gelecek" diye bagiriyor, bir yere uzaklaşmayın diyor polise ve eşine. Tren kalkıyor, en son genç polisin eşinin elinden tutup gaziye sus işareti yaptıgını görüyorum. Halil'in (Altındere) son sergisindeki sus işareti yapan hemşire geliyor aklıma... Gözden yitiyorlar.
17 Eylül 2011 Cumartesi
Gümüşsuyu'nda kavga var!
bu gece Taksim Beşiktaş dolmuşuyla Beşiktaş'a iniyordum. bu dolmuşların içinde bir telsiz sistemi var. birbirleriyle haberleşiyorlar ve biz yolcular da duyabiliyoruz. ben gümüşsuyu'nda beklerken bir araba çekme krizi vardı trafiği tıkayan. gece 11 bucuktan falan bahsediyoruz. ama taksime giriş tıkanmış vaziyetteydi. neyse dolmuş geldi bindik yola çıktık Beşiktaş'a akıyoruz. telsizden diğer dolmuşların gümüşsuyu trafiğini kontrol edişlerini dinliyoruz. bir ara gene Taksim'e çıkış tıkandı ve diğer şoförler Gümüşsuyu'ndaki adamları Görkem'e soruyorlar, Görkem diyorlar, durum nedir, araba mı çekiyorlar yoksa trafik mi var, Görkem de diyor ki hayır otobüs şöförüyle taksici kavga ediyorlar ondan tıkandı. işte bu noktadan sonrası bana tamamen yazarlık pratiğini düşündürdü. yazarlar bir olaya biraz dışarıdan baktılar mı, sözgelimi o olaydaki hikayeyi okumaya yöneldiler mi, kimilerince suçlanırlar, hayata yukarıdan bakmakla. bana bu suçlamayı hatırlattı dolmuşçular. hayata yukarıdan bakan dolmuşçular ya da demek lazım. şöyle ki, telsizde kavga lafının geçtiği andan itibaren herkes kendi pratik derdine düştü. tam bir yabancılaşma içindeler, ya da öyle oldukları söylenirdi, yazar olsalardı. bir şoför kavganın tam lokasyonunu öğrenmeye çalııyor, ona göre rota belirleyecek. bir diğeri, Görkem'e soruyor, Görkem ayrıldılar mı şu sokağa sapıyım mı ayrılmadılarsa buradan gelicem, vs vs... herkes müthiş bir serinkanlılık içinde. kavgadan mesela yola taş düştü der gibi bahsediyorlar. şimdi ben böyle anlatınca bu son derece normal geliyor tabii. ya ne yapsalardı diyebilirsiniz. ama o anda bu komik, ilginç, mesafeli geldi kulaklara. bütün dolmuş kıkırdadık, gülümsedik. Görkem tekrar bağlandı, ayrıldılar tamam trafik açılıyor dedi. işte bu. böyle net. görkem'in tavrı bana tam bir yazar tavrı gibi de gözüktü. ayrıldılar, yol açıldı, yazınız! veya dolmuşçuysanız, geçiniz!
Bir dolmuşçunun bir kavga ayrıldıktan sonra geçişi gibi bir kavga ayrıldıktan sonra yazmak!...
Bir dolmuşçunun bir kavga ayrıldıktan sonra geçişi gibi bir kavga ayrıldıktan sonra yazmak!...
13 Eylül 2011 Salı
NATO KAFA NATO MERMER ANTİ-EMPERYALİZMCİLER İÇİN ARAP BAHARI EL KİTABI
NATO
KAFA NATO MERMER ANTİ-EMPERYALİZMCİLER İÇİN ARAP BAHARI EL
KİTABI
Böyle
bir kitapçık mı hazırlamalı acaba? Onların da sevdiği tarzda,
yeşil kitap falan gibi, otoriter bir kitapçık.
Nereden
çıktı şimdi bu derseniz: Arap devrimi karşıtı
anti-emperyalistlerimiz söylediğim bazı şeyleri ısrarla
duymamaya ve kendi kafalarındaki şeyleri duymuş gibi yapmaya devam
ediyorlar. BirGün'de benim yazımı sansürleyip 'anti-emperyalizmi
tartışmak' dosyası yaparak 'tartışmak'tan ne anladıklarını
örnekledikleri günkü gazetede yer alan yazılardan birinde “NATO
güçlerinin bombaları eşliğinde yaşanan iktidar değişimi
hayırlı görülebiliyor” demişler. Tam bir dinlememezlik hali.
Bırakınız benim böyle bir şey söylememi benim dışımda da
böyle bir perspektif var mı? Ana medyada dahi ben böyle bir yazı
görmüyorum. Kaddafi'ye ilk müdahale yapıldığı günlerde bir
iki kişi "ama o da kendi halkını katlediyordu iyi oldu
bombalar" dedi sonra kesildi. Neyse başkalarının ne yaptığı
ne yapmadığı bir yana ben kendi söylediklerimin altını çizeyim
madem bu anti-emperyalizm konusu böyle kabardı, ve de karışmaması
için maddeleyeyim. Nato kafa nato mermer anti-emperyalistler için
el kitabı gibi olsun.
a)NATO
müdahaleleri ve 'emperyalist' müdahaleler iyi midir? İyiyse neden
iyidir kötüyse neden kötüdür?
Süpergüçlerin
müdahaleleri kötüdür, iyi değildir. Nokta. Bunları alkışlayan
birini de ben hiç görmüyorum. Böyle birini eleştirme tavrı
hayali birini eleştirme tavrıdır. Hayali birini eleştirerek
hayali üstünlükler peşinde koşmaktır. Fakat sorunun ikinci
kısmı kritik, kötüyse neden kötüdür? İşte bu noktada benim
cevabım diğerlerinden ayrılıyor ve kilitlendikleri nokta da bu.
Süpergüçler bu müdahaleleri iktidar için, güç için, bazen
doğrudan petrolden pay kapmak için bazen güç gösterisi için
bazen ticaret için gerçekleştirirler. Her durumda amaçlarının
kimseyi özgürleştirmek olmadığı ve kendi ulusal çıkarlarını
gözetmek olduğu açıktır. Bunlar bir takım küresel şirketlerle
de el ele kurumlardır ve küresel şirket çıkarlarıyla ulus
devlet çıkarları içiçe geçmiş yapılar olarak
sömürebildiklerini sömürmenin, ezebildiklerini ezmenin yollarını
ararlar. Bu kısaca işaret ettiğim dünya güç savaşımı
şemasını çok daha iyi analiz eden, kriterlerini tarif eden, nasıl
işlediğini, mekanizmasının doğasının hangi bileşenlerden
oluştuğunu detaylandıran çok sayıda değerli çalışma mevcut.
Bilmek isteyen hemen öğrenebilir. Ama genel resim çok incelemeden
de karşımızda apaçık durmakta. Bunu da herkes görebiliyor
sanıyorum. Bazen gözden kaçan bağlı bir nokta da sadece
bombaların değil yardımların da küresel erk savaşlarının bir
parçası olduğudur. Türkiye'nn küresel erk mücadelesindeki
yerinin daha hırslı bir hal alması neticesinde biz de Somali'ye
yardım siyaseti sırasında bunu yaşadık, nasıl bize
uyarlanabileceğini öğrendik. Yardımlar hem devletlerin ticari ve
politik hırslarına hem de şirketlerin büyüme taleplerine göre
organize edilir. Yardımlar da aslında bombalarla aynı amaçla
gönderilir ve çoğu kez de beraber gider. Her şey bir yana biz
kendi ülkemizden bilmeliyiz ki süpergüçlerin ezilen halkları
kurtarmak gibi bir dertleri olsaydı Kürtleri Türklerden
kurtarırlardı. Chomsky buna benzer birşeyler söylemişti sanki
ama kaynak hatırlayamıycam şimdi. Burada bizim ortodoksların
kemalizme kaymaya engel olamadıkları, darbeciliğe, askeriyeye
kaymaya engel olamadıkları, dahası Esadçılığa, otoriterliğe,
anti-demokratlığa, özgürlük karşıtlığına kaymaya engel
olamadıkları ve bunun farkında oldukları için de
sinirlendikleri, saldırganlaştıkları nokta karşımıza çıkıyor:
Foti Benlisoy'un deyimiyle 'ulusal anti-emperyalizm'. Benlisoy'un
'anti-emperyalizm ne değildir? başlıklı eski bir yazısı var
zamanında BirGün'de çıkmış, orada çok net anlatıyor bunları,
iyi de özetlemiş, alıntılamak yeterli bazı şeyleri. Yazının
tamamı şurda var:
http://www.teori.org/index.php?option=com_content&task=view&id=115&Itemid=42
. Ben ulusal emperyalizmi anlattığı yeri kopyalıycam:
"ULUSAL"
ANTİEMPERYALİZM
Türkiye'de
hayli yaygın olan anlayışa göreyse emperyalizm sanki bazı
bölge ve ülkelerin dışında olan ve onlara "dışardan"
dayatılan bir şeydir. Buna göre emperyalizm, milli bünyeye
dışardan saldıran ve onu hakimiyeti altına alan yabancı bir
güçtür. Bu anlayış, toplumsal sınıfları ve sınıf
mücadelesini esas almaz; onun öznesi ezen ve ezilen uluslardır.
Bu bağlamda, emperyalistler ve onların yerli uzantılarınca
"ulusal sömürüye" tabi tutulan "ulusumuz"
neredeyse doğası itibariyle antiemperyalisttir; bir nevi
"proleter ulustur". Anti kapitalist vurgusu hayli zayıf
olan bu "anti emperyalizm" biçimi, kendini sınıfsal
temelde değil ulusal çıkarlar ekseninde tanımlar. Oysa
emperyalizm dış mihraklarca dayatılan dışsal bir hakimiyet
biçimi değildir. Emperyalizm, dışardan gelen bir tür ithal
ürün olmaktan ziyade her kapitalist toplumsal formasyona zaten
içkindir. Kapitalizm-emperyalizmin her kapitalist toplumsal
formasyonda mevcut ortak yapısal unsurları vardır ve bu anlamda
her kapitalist ülke emperyalist zincirin bir "halkasıdır".
Herhangi bir kapitalist ülke emperyalistlere kölece boyun eğen
işbirlikçilerce yönetildiği için değil, emperyalist sistemin
doğrudan bir parçası olduğu için bu ilişki içseldir."
|
Şimdi
bizim ortodoksların hayır hayır kemalist değiliz milliyetçi
değiliz diye bağıra bağıra kemalizme ve milliyetçiliğe
kaydıkları yer burası olmakta. NATO bombalarına karşı
emperyalist hırslara karşı bir direnç mevzisi olarak ulus-devlet
iktidarlarını görebileceğinizi düşünürseniz o zaman bu dışsal
düşmanı savuşturması için kolaylıkla erki Esad'a veya Kemal'e
devretmeye gönüllü olursunuz. Bu sebeple benim ilk tüylerimi
diken diken eden BirGün'deki İbrahim Varlı haberi Esadçı olduğu
kadar Kemalist ama bu yaftalardan daha mühimi, ulus-devlet
iktidarını emperyal dış iktidara karşı desteklemeye sıkışmış
son derece tehlikeli bir merkeziyetçi sol rezaletti. Bu bağı bir
türlü kurmak istemiyorlar çünkü nereye yuvarlandıklarının
farkındalar. Sen Esad diktatör de olsa ülkesi işgal 'tehdidi'
altındayken (işgal altında değil çünkü Esad veya
bombalanmıyor) onu her türlü dezenformasyona dahi saparak
(Varlı'nın iliştirilmiş gazeteciliği gibi dezenformasyon
denemelerini kastediyorum) desteklemeliyiz dersen o zaman birisi de
bana Mustafa Kemal'i desteklememek için bir sebep söylesin. Veya
yarın Erdoğan ABD ve diğer güçlerle çatışma haline girerse,
onlarla ciddi zıtlaşan bir rejim kurarsa ve içerde Kürtleri ve
solcuları keserse bu perspektifte bir atıyorum Suriyeli solcunun
Erdoğan'ı desteklememesi için bir sebep söylesin. Ulusalcı solun
büyük handikapı iplerin onun elinde olmaması ve eline almak için
de iktidara, darbeye yaklaşmak zorunda olmasıdır. Emperyalizm ile
savaşta diktatöryal rejimler birer mevzi olabilir diye düşünen
bir bakış Türkiye'ye ne öneriyor? Ben bunu ısrarla sordum ama
cevap vermiyorlar tabii. Neyse, nerede kalmıştık, süpergüçlerin
müdahalesi peki neden kötüdür diyorduk. Hemen söyleyeyim kendi
bakışımı: özgürlük başkasının eliyle gelemeyeceği için,
özgürleşmede esasın kimin tarafından özgürleştirilme olması
dolayısıyla kötüdür. Sadece aşağıdan hareketlerle özgürlük
gelebildiğinden kötüdür başkasının gelip seni özgürleştirmesi.
Geçici olarak birşeyler elde edilebilir, birşeyler yoluna
girebilir dış yardımla belki. Ama buna kurtuluş, özgürleşme vs
denemez. Ayrıca iktidarların birbirleriyle çatışmalarından
ezilenlere fırsatlar doğabilir.
b)peki
Arap Baharı iyi midir kötü müdür? Bir emperyal yutturmaca mıdır
yoksa bir dizi devrim midir?
Hemen
cevap veriyorum. İyidir ve bir dizi devrimdir. İyi de hocam
Mısır'da iktidara şu geldi, Libya'yı emperyalistler bombaladı,
petrollerini büyük devletler bombalarına bakarak yaptıkları
matematik çerçevesinde üleştirdi, İran-İsrail-Türkiye gibi
lokal zorbalar fırsat bu fırsat diyerek neleri kimlere
vurdurabileceklerinin hesaplarına girişti, yerel erk odakları
boşta kalan iktidarı kapmanın peşine düştü, kabile liderleri
askerler başka gruplar yeni pastadan pay almak üzere harekete
geçti, sözkonusu ülkelerin hiçbirine sosyalizm gelmedi, özgür
Mısır kurulmadı, devrim konseyi kurulmadı, çoğu yerde hala eski
adamlar başta veya yeni ama farksız adamlar vs vs.
Son
yazımda adını andığım ve bir cümlesini alıntıladığım Asef
Bayat'tan, Sıcak Nal'da yayınladığımız Muhammed Bamyeh
perspektifinden burada bir kez daha alıntılar yapmak geçiyor
içimden. Bamyeh'in yazısını bloga da koyduk:
http://sicaknal.blogspot.com/2011/09/msr-devrimi-yerinden-ilk-izlenimler.html
. Asef Bayat ile Birikim için yapılan söyleşiyi özellikle
tavsiye ederim. (sayı 268-269'da). Neyse, ben kısaca söyleyecek
olursam kendi bakışımı, şuna dikkat çekmem gerekir. İktidara
kimin el koyduğuna bakmıyorum ben. İktidara bolşevikler el koymuş
olsaydı nefis bir devrim olmuş olmayacaktı. Rusya ve Çin
örneklerini onun için verdim. Sovyet devrimine bolşevikler el
koydu da ne oldu? İlk gün özgürlük geldi ikinci gün Lenin
üçüncü gün Stalin dördüncü gün Putin. Hızlı bir kalkınma,
büyük acılar çeken alt sınıflar yitip giden özgürlük,
derinleşen piramidal zihniyet, iyice yerleşen otoriter kültür ve
merkezi endüstrileşme. Sovyetler döneminde Rus insanının siyasi
kültüründe azıcık değişim olmuş olsaydı bugün Putin bu
şekilde süpüremezdi. Dolayısıyla benim için harika bir devrim
iktidara bolşeviklerin el koyduğu veya Baasçıların el koyduğu
bir devrim değil. İktidarın yerinin dönüştüğü, ezilen
kitlelerin erklendiği, siyaset kültürünün dönüştüğü,
hayatın daha özgürlükçü bir hal aldığı devrim önemli.
Dolayısıyla benim için 68 devrim, 17 değil. Aynı şekilde Arap
devrimi devrim, Chavez değil. Birgün'deki yazılarımda defalarca
değindim şurasından burasından. Arap insanı dünya siyasi
haritasına kendi adıyla girdi ilk kez. Müthiş bir dönüşüm bu.
Düne kadar Arap insanı diye bir birim hesapta yoktu süpergüçler
haritaları açtıklarında. İtaatkar, kolayca yönetilen, kafasına
vur ekmeğini al Arap kabileleri ve onların dediğim dedik liderleri
vardı. Liderlerle konuşarak her işini hallediyor veya
halledemiyordun. Şimdi Arap insanı var. Arap insanının ne
istediği var. "Daha fazla özgürlüğe ihtiyaçları yok
onlara Esadlar lazım" diyen Türkiyeli ortodoks marksist bakış
acaba Türkiye insanını layık görüyor mu kendi kendini
özgürleştirmeye? Yarın bütün Arap iktidarlarına korkunç
kapitalistler ve yeni askerler el koyabilir. Her kim el koyarsa
koysun şimdi o iktidarın ensesinde daha önce olmayan bir tehlike
üflüyor. Kendi kendini özerklendirmiş Arap insanı. Mesela
Türkiye iktidarına gelen biri ensesinde Türk insanının denetçi
gözünü hissetmiyor. o sayede de ne kadar kolay polis devletleri
kurulabildiğini, buna direnişi bırakın bundan rahatsız olmanın
dahi ne kadar marjinal kalabildiğini görüyoruz, deneyimliyoruz.
Nazi dönemini anlamak için Hitler ve partisinin iktidara el koyma
biçimlerine bakmak yeterli sananlar var mı hala? Bütün dünya
Alman siyasi kültürünü Alman insanının siyasi reaksiyonunu
inceliyor ne olup bittiğini anlamak için.Arap insanına dönelim,
Arap insanını yabancı kuvvetler veya İslamcılar veya devrimciler
kurtarmadı. Devrimcisiz devrimler demem ondandı. Arap insanını
Arap insanı kurtardı. Kurtulmak iktidara bolşeviklerin veya
Chavezlerin gelmesi değildir. Kimin tarafından yönetildiğinin
değişmesi değildir. Kurtulmak başka birisine dönüşmektir. Bu
anlamda kullanıyorum. Bütün Arap iktidarları büyük güç
mücadelelerinin kanlı oyun sahaları olacak bugünlerde elbet.
Ancak bugünün defterden silinmiş bir öğenin deftere
kendi kendini yeniden yazdırdığı tarihi bir moment olmasını
değiştirmiyor bu güç mücadeleleri. Anti-emperyalizm zaten kendi
başına sol bir pozisyon değildir. Türk sağından Türk soluna
geçmiştir ve giderek geri de dönüyor. (şöyle birşey yazmıştım
yıllar önce bu konuda:
(http://sureyyyabirgun.blogspot.com/2007/04/trk-sa-anti-emperyalizmini-geri-alyor.html)
Bugün Türkiyede kimlerin kendisini anti-emperyalist olarak
kodladıklarını toplarsak oluşacak tablo zaten bunu anlatır.
Üstelik de bu tablonun emperyalizme bir zararı yoktur ve birlikte
çalışır.
c)peki
bu durumda mesela Suriye'de Müslüman Kardeşler'i mi
destekleyeceğiz?
Tabii
ki hayır. Arap insanına özgürlük yolunda aracılık etmeye
kalkışan hiç kimseyi desteklemeyeceğiz. Ne Müslüman Kardeşleri
ne de Baasçıları. Tabii ki biri diğerinden daha kötü olabilir.
Bunu bilebiliriz. Ama birinin diğerinden daha kötü olması bizi
bir ehveni şere mecbur bırakmaz. Biz ikisinden de uzakta
özgürleşmeyi savunabiliriz. Bir de süpergüçlerin süpergüçlerini
bazen abartıyor anti-emperyalizmciler. ABD ve Fransa bir tümgüçlülük
içinde değiller. Her şeye hakim değiller. Ama çok güçlüler ve
bir durum kontrollerinden çıktı mı hemen geri kontrol altına
almak üzere seferber oluyorlar. Tunus'ta ilk isyan çıktığında
Fransız bakanlar isyancılar aleyhine atıp tutmuşlardı
hatırlarsınız, iki günde çark etmek zorunda kaldılar. Clinton
Ankara vs de rezil olup hızla çarklar ettiler bu süreçte çok
açıktan. Hiçbir süpergüç Arap Baharı'nı planlamadı. Bu
apaçık gerçeği görmemeye çalışanların iyi niyetlerinden
şüphe ederim. Arap Baharı bir CIA operasyonu değildi. Kimse bu
kadar hakim değil dünyaya. Tümgüçlü değil, ne baba ne devlet
ne de ABD. Tunus'taki ayaklanma Tunusluların bir eseriydi ve kendini
yakan o gencin eseriydi. O genç kendisini dünyayı değiştireceğini
bilerek yakmadı. Dünyanın vicdanında küçük bir şeyleri
oynatmak istedi belki de. Ama Arap vicdanı buna çok güçlü yanıt
verdi, bu çağrıyı çok güçlü duydu. Süpergüçler sonradan bu
yeni duruma ayak uydurup çıkarlarını takip etmenin yollarını
aramaya başladılar. Arap baharı Arap insanının çıkarlarını
bu süpergüçlere karşı başarıyla koruyamıyor olabilir. Olsun.
Keşke Türkiye de daha yoksul ama insanlarının daha az itaatkar
olduğu, daha ademimerkeziyetçi bir ülke olsaydı, keşke daha
aşağıdan örgütlenen bir siyaset kültürüne sahip olsaydı da
daha az dev ulusal inşaat şirketi olsaydı.
Bir
de anti-emperyalistlerin samimiyetsizliklerini açık eden bir yanı
var bu gelişmelerin, erklenen Arap insanı demek Arap coğrafyasının
bir kaç lider aracılığıyla emperyalizme hizmet etmesinin de çok
güçleşeceği demektir. Ortadoğu kendi insanıyla daha özgürlükçü
bir bölge olma yolunda uzun yıllar sonra ilk kez bir adım atmış
durumda. Süpergüçler ne yaparız da çıkarlarımızın elimziden
uçup gitmesini engelleriz ve mümkünse kargaşada arttırırız
diye telaş içindeler. Ve bizim anti-emperyalizmcilerin buna cevabı
eski diktatörlerinize sarılın çağrısı yapmak oluyor Arap
halkına.
Bütün
bunların en iyi yanı şu: Arapların umrunda değil ortodoks Türk
marksistleri! Onlar kendi özgürleşmelerini nasıl sağlayacakları
ile uğraşmaya devam ediyorlar. Ama bir de kötü yanı var; Arap
Baharı etnik bir gelişme değil. Orada insanların özerklenme
girişimleri Londra'daki gence de güç veriyor, Barcelona'daki
eylemciye de, Diyarbakır'a da, Atina'ya da esin ve yapabilirim
duygusu veriyor. İşte bu duygunun Türk radikal sol kültürüne
sirayet etmesini engelliyor bu gibi ortodoks setler. Zararı ne
emperyalistlere ne Müslüman Kardeşler'e ne de Araplara. Zararı
Türkiyeli solculara. Birilerinin aracılığına mecbur olduğuna
ikna edilen Türkiyeli demokrat insanlar, Mısırlılar gibi ceketini
alıp sokağa çıkıp iktidarı devirmenin yanlış birşey olduğunu
öğreniyor bu Esadçılardan. Onun yerine partimizi takip et, bizi
izle, ne yap dersek onu yap, biz sana ne zaman eyleme çıkacağını,
ne zaman protesto yapacağını, hangi hedeflere hangi sloganlarla
yürüyeceğini söyleriz. Yoksa alimallah ABD ülkemizi işgal eder,
böler parçalar, İslamcılar iktidara el koyar, şeriat gelir,
ülkemiz bombalanır, neme lazım. İşte bu setlerin yardımıyla ve
mevcut Türkiye siyaset kültürünün malum piramidalliği,
merkeziyetçiliği sayesinde, Türkiye o sözde çok nefret ettikleri
AKP iktidarının otoriter yükselişine karşı hiçbir aşağıdan
reaksiyon üretemeyen bir ülke olarak kendi karanlığında
debeleniyor. Ama Türkiye siyaset kültüründen de Türkiye'den de
mental olarak kopma noktasındaki Kürt hareketi kendi insanını
özgürleştirecek adımlar atabiliyor. Evet, kısacası, özetle, bu
ortodoksların anti-emperyalizm dedikleri siyaset, emperyalistlere
hiçbir zararı olmayan, emperyalizme hiçbir zararı olmayan ama
lokal otoritelerin otoritelerini pekiştiren, lokal isyanın
isyankarlığını korku ve tehdit ile baskı altına alan, kendi
kendisini özgürlüğün aracısı, özgürleşmenin uzmanı ve tek yetkili bayii ilan
etmiş kişilerin ve kurumların ömürlerini uzatmaya yarayan bir
aygıttır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)