Julian Barnes'ın Benimle Tanışmadan Önce'sini okudum tatilde. güneş, plaj, sıcaklık, gevşeklik okumaları. Altınoluk. Mitos baskısı. 1997. o zamanlar okumamışım anlaşılan. hatırlamıyorum. Altınoluk'ta Ezgi Kitabevi'nde bulup aldım. sevgilisinin geçmişince kuşatılmış bir kahramanın kitabı. 'tatlı' bir obsesyon başta, güzel. güzel derken, obsesyonun güzeli mi olur diyebilirsiniz, ama çok net, dokunulabilir bir obsesyon. kaçırılacak gibi değil. sevgilinin, eşin, eski yaşamını dedektiften beter bir takibe almanın romanı...
kitabın başlarında karısını aldatan akademisyenin ayrılık hayalleri vs bölümlerini okurken karıştı kafam, Ali Smith'in The Accidental'ında da yok muydu benzer sahneler oldum, sonra Ian McEwan'ın Solar'ındayım sandım. karıştı kafam. güneşten de olabilir...:)
yazlık yerde bir kafede bira yudumlayıp kitap okumanın keyfi derdim hep, şimdi laptopla kafelere çıktım ilk kez... kesinlikle daha kötü ama daha kaçınılmaz!..
Barnes'ın romanı yavaş bir roman, sakin... sonlara doğru bir cinayetle tüm havasını yitiriyor... yavaşlığı, kendi alemi ona yeterliymiş... sonuçlanmayan bir uç-an yaşamayan, yaşayamayan bir obsesyon olarak iyi gidiyordu... zorluyor kendini finalde... belki de yazarın boğulmasından, yazarın bizzat kendisine boğucu gelmesinden bu akışsızlığın, tıkanmanın...
kendi boğazını kesme sahnesi cache'yi hatırlattı ama asla Cache kadar güçlü değil... aslında Cache de izleyiciyi hazırlamıyordu ama işte hazırlığı hikayenin içindeydi...
bazen bir roman kendi ritmini sevmeli diyor insan...
Barnes'ın en iyi maçı değil özetle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder