24 Mart 2012 Cumartesi

blogçuluk ölmedi yaşıyor

ya da öldü ama yaşıyor -bir zombi olarak...
dün gece birisi bu bloğa bir yorum yazmış. biraz önce o yorumu görünce unuttugum bloglarımı anımsadım. geçen gün de twitter'ın blogçuluğu öldürdüğünden bahsediyorlardı. 144 karakterde hikmetini formüle etmediysen seni biz ne yapalım?!
twitterda fazla tarih de yok sanki, geçmiş nereye kadar araştırılabiliyor twitterda bilemiyorum. ama daha bir 'akıp giden an'a dair gibi.
zaten mesela twitter sayfasını açık tutarsanız yukarıdan sürekli yeni birşeyler gelip aşağıdakileri biraz daha aşağıya itiyor -kademeli olarak gözden kaybolacakları ana doğru...
blog sayfası ise çok daha temkinli, (saygılı?), sakin değişiyor. birbirleriyle ilişkilerini kaybetmemeye çalışıyor girdiler.
halbuki onda da bir 'an'ın kaydedilmesi var. günlük değil de dakikalık mıdır twitter? belki. blog hala günlük galiba. işte şimdi mahallemizde birinin öldüğünü anons ediyorlar, bu anda yaşanan bir anons. ama ben giderek bütün geceyi de dahil edebilirim bu blog girdisinin 'girdi zamanı'na. günlük birimi gündür sonuçta. dün gece sözde çok uykum vardı, iki gecedir uykusuzdum, bir an evvel uyumak için yatağımda kitap okuyup film seyrettim. derken iş 2 film birden seyretmeye döndü.
bilgisayardan film/dizi seyretmenin en temel farkı, ya da özelliği mi demeliyim, aynı anda pek çok pencere açık olması ve kesintisiz seyretmek zorunda olmamak.
DVD playerdan film seyrederken zorlandığımı fark ediyorum. en son böyle bir seansta kağıt kalem getirip yeni projeler başlatmış, şiirler vs yazmıştım. sadece filmi seyretmek çok ağır geliyordu galiba...

yatakta film seyrederken, dün gece, tipik bir bilgisayardan film seyretme masası kurmanın tanıdıklığı içindeydim. gmail, sözlük, twitter, facebook, wikipedia, torrent sayfaları(artık soulseekden müzik indirmeyi bıraktım torrentle indirme dönemine girdim. bir gün bunlar hepten yasaklanacak mı gerçekten acaba?), search sayfaları, dictionary.com hatta, hep açık. arada filmi durdurup kitap okumaya dönebiliyorum. sonra kitabı bırakıp filme. arada twit bakıyorum. bişey yazdıgım da yok twite bir süredir. ama bakıyorum. pencereden bakar gibi. sokağa birşey yazmak zorunda değilsiniz pencereden bakmak için öyle değil mi?

twitter ile twiggy arasındaki ilişki diye bir yazı yazılabilirmiş bakın -sözcüklerin, sözlerin incelmesinden bedenlerin incelmesine. 0 beden yazı: bir twit. sözcük ekonomisi değil sözcük anoreksiyası... (Bir de Hilal cebeci hakkında yazı yazmak istiyorum, twitterda yarattığı persona üzerine. ama Öküz dergisi yok. nereye yazılır böyle bir yazı Öküz yokken?)

gece seyrettiğim ilk film Incendiary idi. mesela filmleri seyrederken de imdb syafası açık, wikipediadan filmin sayfası açık, arada durup onlara bakıp biraz search edip tarayıp vs sonra filme dönüyorum. şimdi bile dayanamadım wiki sayfasını açtım: http://en.wikipedia.org/wiki/Incendiary_(film)

kötü br ingiliz filmi, begenmedim hiç. ama sonuna kadar da 'seyrettim' --Burada seyrettim sonuna kadar açık tuttum anlamında, sıklıkla gözüm başka pencerelerde kaldıysa da. sözgelimi bir başka kötü yakın dönem İngiliz filmi olan Franklyn'i yarısında bıraktım, salonu terkeder gibi, penceresini kapadım, fişini çektim, boşol boşol boşol.  sonuna kadar penceresini kapamamak -her saniyesini seyretmesen de- bir ilişkide kalmak gibi galiba. sesi hep geliyor... arada dönüp hikayenin içine giriyorsun, arada çıkıp uzaktan sesini dinliyor ve maillerini kontrol ediyor, twitere bakıyorsun. eskiden milliyet.com.tr'ye, ntv'ye de çok bakardım ama artık haberleri twitlenen linklerden alıyorum daha çok, bianetin bile ana sayfasına hiç girmiyorum, hep twitten bianet linklerini takip ederek takip ediyorum bianet'i. guardianı dahi hatta, ana sayfasına sık sık giriyorum guardian'ın eyvallah, ama son zamanlarda ana sayfasına girip de görmeden, dikkat etmeden çıktıgım bir sürü yazıyı, facebookdaki 'arkadaşın malkoçoğlu şu anda guardianda bu yazıyı okuyor' linklerine tıklayarak gördüm...

Incendiary'den tek bir hoşluk kaldı bana: dini inancına Arsenal yazan insanlar ilham verdi. futbol tutkusundaki irrasyonaliteyi hep çocukluğa sadakat üzerinden okuyordum, ama düpedüz dini inanç gibi de okunabileceğini farkettim. dini inanışı: Fenerbahçe, gibi... Hüseyin Hatemi ile bir 'laik'in yıllar önce bir televizyon tartışmaları vardı, orada laik kişi Muhammedin peygamberliğini vs sorguluyor ve de islamın mantıksızlıklarını ispatlarcasına gündeme getirmeye çalışıyordu. Hatemi bunları nasıl geri ispatlayacak bakalım, gibi bir havayla. Hatemi'ye söz gelince hiç böyle şeylere girişmedi. şöyle dedi: "din bir postüladır." nokta. yani önce peygamber tanrının elçisidir postülasını kabul edeceksin ki herhangi bir işlem yapabilesin. yoksa 1 de yoktur. kabul etmiyorsan, işlem yapamazsın, kabul ediyorsam, bana aslında bu kabulümün mantıksız olduğunu söyleyemezsin. bu zaten bir çıkarım değil bir postüladır. bunu uyarlarsak; "futbol bir postüladır." taraftarlık bir postüladır. bir Fenerbahçeli için Fenerbahçelilik bir postüladır. Arsenallı olmanın daha mantıklı bir şey olduğunu savunarak bir Fenerbahçeliyi ikna edebilir misin? tam da bu yüzden 'fanatik' diyorlar herhalde. vandallık yüzünden değil. sıkı taraftar, bir tür dini radikal gibi, o anlamda. cumartesileri öldürsen çalıştıramazsın!

ikinci filmi sevdim, iyi bir film diyemem, beyaz/siyah hikayesinden politik olarak sorunlu da bulunabilir. klişelere yaslandığı da doğru. gene de hoşuma gitti benim. Intouchables. Fransız filmi.

bu kadar blog yeter, yazma keyfi verdi bana, ve yazacağım başka şeyler olduğunu anımsadım. twit atmak da insana yazma keyfi veriyor mudur? yoksa keyifli bir twit ancak bir başka twite mi götürüyordur insanı? hele retweet ne ilginç birşey, elden ele dolaşan bir sürpriz yumurta gibi. ama blog yazısını seven/begenen orada duruyor, ya kendi içine dönüyor ya da kendisi de bir baska yorum veya blog yazıyor, aynı sürpriz yumurtayı elden ele dolaştıramıyor cunku açmış oluyor. ama yeni bir yumurta yapacak da enerji bulabiliyor.

galiba...





1 yorum:

  1. Ya da benim gibi twitter'a hiç girmeden, giren bir arkadaşınla görüşerek twitter ve onun vesilesiyle dolaylı olarak takip edilen gündemi takip etmek var. yani benim gibi yok istemem deyip göz ucuyla bakan, kulak kabartanlar vardır belki. Pencereden sokağa bakmadan, sokağa yazı yazmadan ama takipçi bir arkadaşla pencere önünde kahve içer gibi, tül örtülü... :) Hazırcı jenerasyonum ben! :)

    YanıtlaSil