SESİME GEL HAKKINDA
İKİ SATIR KARALAMA
Hüseyin Karabey'in yeni
filmi Sesime Gel'i bu gece İstanbul Film Festivali
çerçevesindeki gösterimde Atlas Sineması'nda seyrettim. (17
Nisan) Film güzeldi, iyiydi kötüydü, ilginçti basitti, çok şey
söylenebilir. Filmin sonunda 'otantik' oyuncuların da sahneye
çıkması başka bir duygu yarattı. Başroldeki küçük kız Melek
özellikle olağanüstüydü. Filmin özetini, konusunu, ana
izleklerini burada veremeyeceğim. Filmin cast direktörü Ezgi
Baltaş'ın bloguna link vereyim sadece:
http://ezgibaltas.blogspot.com.tr/2011/01/sesime-gel-bars.html
Seyretmediyseniz biraz
google'layınca ana çerçeve çıkar.
Ben gece gece unutmadan
iki not düşmek istiyorum sadece filmle ilgili.
Filmde iki çok kritik
sahne var diye düşünüyorum...
Birincisi SIR. Sırlı
bir film. Sırlanan bir anlatı. Ama ancak biterken.
Anneanne ve torun,
maceralı yolculuktan, kendi yolculuklarının anlatısı
rehberliğinde (dengbejlere böyle bakabiliriz, belki de yoktular,
hayaldiler, onların rehberliğinde ve kurtarıcılığında silah
taşında yolculuk tamamlandı, eşliklerinde) eve zaferle
döndüklerinde oğul/babayı devlet/erk elinden kurtarmak için
ellerinde hak edilmiş bir koz tuttuklarını düşünüyorlardı.
Ancak eve geldiklerinde evde kurtarmak için kendilerini risklere
attıkları kişinin zaten kurtulmuş olduğunu gördüler. Bu
aslında hem bir sevinç hem de bir hayalkırıklığı sahnesidir.
Kurtarıcı olmayı tamamlayamadılar. Yarım kaldı. Bu anlamda
başarısız oldular. Ama bu başarısızlık çok kısa sürdü.
İvedilikle başarısızlığı geri aldılar. Basit bir hareketle:
anlatmayarak! (İşte bir otosansür size. Otosansürle direniş
denemesi.) "Aaaa biz de seni kurtaracağız diye rezil kepaze
olduk, binbir badire atlattık, bak taa nerelerden askere vereceğiz
diye silah getirdik! Tüh, bilseydik hiç kendimizi riske atmazdık,"
demeyerek. "Olsun gene de seni sağ salim gördük ya, bu her
şeye değer," demeyerek. Onun yerine yalan söyleyerek.
Kendilerini konuya duyarsızmış gibi sunarak. Alternatif bir
gerçeklik yaratarak. Böylece hem hayalkırıklığını başka bir
zaferle -kendilerine ait kahramanlık anlatısının gerçek hayatla
zedelenmesine direnmenin, yalanla gerçeği devirmenin zaferiyle-
geri aldılar, hem de yolculuklarının içsel bir yolculuk da
olabilmesini sağladılar. İkisi arasında da özel bir bağ kuruldu
böylece. Babaanne ile torun arasında bir sır vardır artık.
Ateşli silahlarla bezeli bir sır. Silahların kendisi, gömdükleri
yerler bir sır. Silahı edinmek için yaşadıkları,
deneyimledikleri başka bir sır. Yoldaşlıkları bu sırra dönüşme
anıyla mühürlenip gömülen mektup oldu. Babaanne, filmin en
başındaki dile geçseydi eve döndüklerinde; yani yetişkinlerin
başka dertleri olan dünyasıyla çocukların tilki fantezileriyle
bezeli masalsı dünyası arasında net ayrım vardır diline
geçseydi, yoldaşlıklarına ihanet etmiş olmakla kalmazdı bu
yoldaşlık yok hükmünde de olurdu. torunun katkılarını
unutuverirdik. "O zaten bir çocuktu," olurdu.
Babaannenin ve kızın
uğruna binbir tehlike attıkları seferden dönüşte oğulu/babayı
evde yatakta bulunca kendi yolculuklarından hiç bahsetmemelerindeki
sır gömülen sır değildir yalnız. O sır hep onlarla beraber.
Küçük kız bir yoldaş.
Silahı fiilen çalan/alan kişi olmakla kalmıyor konuyu hemen açan,
her gittikleri yerlerde alternatif yollardan silaha erişimi deneyen
bir Troya askeri görünümünde de.
Filmin ikinci kritik
sahnesi UNUTMA.
Babannenin küçük kıza
"silahı unut" dediği an. 'Barış', bir unutma olarak
karşımıza çıkıyor. Silahı 'bilinçli' unutma. Aslında epey de
queer de bir unutma. Judith Halberstam'ın Çuvallamanın
Queer Sanatı'ndaki anlamıyla söylüyorum. Erkekliği unutan
erkeklik gibi. Kız, bir yandan da gelecek, geleceğimiz,
gelecekleri, gelecek kuşak. Silahın yerini bilen bir genç kız
(olası bir) barışın geleceğine doğru hazırlanmakta, gibi.
Silahın neden alındığını, nasıl elde edildiğini, hangi
koşullar altında doğduğunu, ataların silahları ve atalara
bağlayan babaanne ve ataların anlatılarına bağlayan
masalcılar/dengbejler aracılığıyla bilen, bilecek bir
gelecek.
Güzel doğa, güzel
yerlerde yaşıyorlar teması 'aslında güzel yerler oralar' teması
vardı bir de. En güzel mekan gene de korucuların köyündeki
manzara gibiydi. Bu da biraz güzel hayata kendi yerinde hazırlanma
önerisi gibi. Güzel hayat zaten güzel yerde, olsun, neden olmasın,
dercesine.
Bunları yazarken, sokak
kapısını açık bırakmışım!.. Gece saat birde tak tak kapının
çaldığını duyunca zıpkın gibi fırladım yerimden. Bir
kaygı-silahlanması mı yaşadım anında, bilemiyorum. Meğer
komşuymuş. Kapıyı aralık görünce meraklanmış. Açıkçası,
"hırsız içerde," diye düşünmüş. Kendi ifadesiyle;
"elindekileri yere bırakmış, pozisyon almış."
Sağolsun varolsun, açık
kapıyla uyumaktan kurtulduk. Ama başka bir denk gelme de yaşadım
ben tabii.
Şimdi geri oturduğumda
uykum var gibi biraz. Filme dönelim. Sır ve unutma temalarını
etkileyici buldum. Dengbejlerin dengbejliklerini daha fazla
konuşturabilecekleri eleştirisini duydum çıkışta. Mantıklı.
Dengbej geleneğinin özel halleri az çizilmişti. Film dengbej
seansı güzellemesi, dengbej sahnesiyle büyülemeye kalkışma
denemesine girişmemişti. Yapılabilirdi aslında gerçekten de.
Arkadaki güzel doğa kadar kendi içe kapalılığıyla güzel
dengbejler kültürü de bir manzara gibi ortaya atılabilirdi.
Dengeli kullanılmış, hikayenin çok önüne geçirilmemiş. Acaba
Takva'daki 'zikir' sahnelerinin seyirciyi sallamakta uzun uzun
ve çekinmeden kullanılması gibi bir şeyi mi kastediyorum? Belki.
Hikaye de, hoş, ılımlı,
dengeli; mekanlardan, gerçekliklerden, geçmişlerden, acılardan,
insan öğesinden, akıp gitmiş hikayelerden rol çalmak istemiyor.
Agresifçe anlatılmıyor olaylar, sanki çoğu anda bir hikaye var
ama bir yer olması ve o yerde bir takım insanlar olması daha
önemli.
Dengbejler biraz da
gazetecilerdir, gazeteciliğin de yerini tutarlar diye biliyorum.
Haber taşıyıcılardır. Sözlü anlatım denince anlatılan sadece
kişisel dramlar değil. Kolektif felaketler de hikaye konusudur
dengbeje. Sesime Gel'de de haberi oradan oraya öyle
taşıyorlar ki filmi aslında onlar anlatıyor ve bu anlamda belki
de yoktular noktasına geliyorum. Belki babaanne ve torun yalnız
geçtiler gerçekte sınırdan ancak salt ikisinin arasındaki
sınırların özgürce gerçeklikten kopup geri gelmesi sayesinde
masalla karışık bir anı yarattılar kendilerine, içinde
tilkilerin ve dengbejlerin birbirlerinin 'anlatı-kuyrukları'nı
kovaladığı.
Küçük kız babası
götürüldükten sonra sırtüstü kendini yerlere attığında,
toprağa bıraktığında, doğaya sırt üstü düştüğünde bir
tür demir leblebi olarak genç kız filmi seyredeceğiz sandım. Bir
Mouchette (Robert
Bresson) belki. Veya bir Hayat Var (Reha Erdem)...
Baba/oğul'un
asker-devletin elinden bir anlatıyla -bir başka dengbej seansında
işlenesi bir aşk ve intikam öyküsüyle- kurtulmuş olmasını
tekrar anımsamak gerek. Somut bir nesne ile değil, bir anlatı ile,
ikna ederek kurtuluyorlar.
Silahla değil ikna
edilerek yolundan döndürülmüştür otorite. İkna edildiği şey
de şudur: kötünün, kötülüğün bizde olmadığı, yani biz
Kürtlerde, veya biz 'bu köydeki köylüler'de, veya 'bizim ailemiz
olarak biz'de, ama ötekinde olduğu, kötünün yerinin
işbirlikçiler, devletin yanında görünen korucular olduğu
fikrini yayan bir anlatı ile. Sevdiği kadına ulaşmak için
devletin sopasını manipüle edendir kötü olan -sevdiği adam için
yapayalnız kalmayı, çile çekmeyi seçen biz, babaannelerimiz,
torunlarımız değil, mesajı. Böyle olunca, kötü, temelde, aşkı
kötü yaşayan oluyor.
Senarist Abidin
Parıltı'nın edebiyattan, hikayeden gelmesinden mi? Kalem kılıçtan
keskindir -özellikle de kılıcı unutuşuyla, diyen bir film mi?
Unutan hatırlayadabilir.
Gelgelelim kolektif hafıza da var. Şöyle düşünme eğilimindeyim,
olaylar tam olarak filmde gördüğümüz gibi olmadı -filmin iç
gerçeklik evreninde dahi anlamında, dış dünyada olmadı
anlamında değil elbet, bu konumuz dğeil. Ancak babaanne ve küçük
torun yoldaşlıkları içinde gözyaşartan, kalpten, sahici,
ikili-demir-leblebi bir birlik kurdular ve o birliğin kolektif
hafızasından geçen öyküyü bize dengbej kişileştirmesiyle
anlattılar. Gerçek dengbejler onlardı.
Dengbejlere de başta
hikayeyi anlatmıyordu sonda anlattı.
"Ah be Berfe Ana,
biz daha sana hikayeler anlatacaktık," kısmı Berfe Ana'nın
(Babaanne) başına bir şeyler geleceğini düşündürüyordu. Bunu
bir anlatı manevrası olarak okumuştum izlerken. Ama sonuçta
kandırmaca gibi oldu. Berfe Ana'nın başına bir şey gelmedi.
Yeter ki başka bir
şeyler daha yaşansaydı -hikaye ve film bitti. Anlatının
kendisine güzelleme var. Anlatı devam etseydi ne güzel daha
anlatacaklarımız vardı sana Berfe Ana.
Uzun yolculuk en temel
konulardan biri anlatılar tarihinde. Kahramanlarımızın uzun yaya
yolculuklarının kendisinin içerdiği tek maceranın bir kez
durdurulmak olması, hiçbir doğa engeliyle karşılaşılmaması,
doğanın hiçbir azizliğine uğramamaları, ve hep dinlenme
anlarında, doğanın ve manzaranın tadını çıkartırken
görüntülenmeleri de ilginç.
Hatta babaannenin antika
silah ile askerlerin kapısını çalma sözde-fedakarca girişimi
zarar veren bir iyi niyet, bir işgüzarlık olarak baba/oğulun ve
diğer tutukluların daha fazla dayak yemelerine de neden olmuştur.
Babaannenin bütün girişimleri bir dizi işgüzarlıktan ibarettir
buradan bakınca, çocukçadır, veya çocukladır, o yüzden
işgüzar gibi gözükmektedir erkeğe. 'Başında bir erkek olsa'
onaylamayacağı bir dizi edimdir: eski aşığından iyilik istemek,
ona laf sokacak kadar yakın bir ilişki anı yaratmak, kontrol
noktalarını üzerinde silahla geçmeye kalkmak, dayının silahını
kapıp kaçmak, tanımadığı adamlarla uzun bir yolculuğa
girişmek, vs. Ki zaten 'başındaki bir erkek' olmaya en yakın
erkek olan dayı onaylamaz ve alternatif bir plan üretir. Bu
alternatif planı da söylemez bile. Sadece, zamanı gelince,
erkekçe, yapacaktır. Babaanne ve torunun böylesi bir erkek
denetim sınırlarını aşan sınıraşma halleri, ortaklıkları da
vardır. Hatta, çiğnedikleri bir devlet yasası belki yoktur da
çiğnedikleri birkaç toplumsal, geleneksel yasa vardır.
Bu babaanne portresinde
bir Archibald Motley portresi havası olmasın. Mağrur, 'siyah
büyükanne' imgesinin gururlu, oturaklı, estetik resmedilişi.
Görsel olarak filmden bir kare değil bir Motley koyarak kapayayım
sözü. Motley'in yaptığı büyükannesinin portresi.
Artık uyumam gerek.
Yarın sabah erkenden işler başlıyor. Bütün emeği geçenlere
tebrikler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder