16 Nisan 2014 Çarşamba

SESİME GEL HAKKINDA İKİ SATIR KARALAMA


SESİME GEL HAKKINDA İKİ SATIR KARALAMA

Hüseyin Karabey'in yeni filmi Sesime Gel'i bu gece İstanbul Film Festivali çerçevesindeki gösterimde Atlas Sineması'nda seyrettim. (17 Nisan) Film güzeldi, iyiydi kötüydü, ilginçti basitti, çok şey söylenebilir. Filmin sonunda 'otantik' oyuncuların da sahneye çıkması başka bir duygu yarattı. Başroldeki küçük kız Melek özellikle olağanüstüydü. Filmin özetini, konusunu, ana izleklerini burada veremeyeceğim. Filmin cast direktörü Ezgi Baltaş'ın bloguna link vereyim sadece: http://ezgibaltas.blogspot.com.tr/2011/01/sesime-gel-bars.html

Seyretmediyseniz biraz google'layınca ana çerçeve çıkar.

Ben gece gece unutmadan iki not düşmek istiyorum sadece filmle ilgili.

Filmde iki çok kritik sahne var diye düşünüyorum...

Birincisi SIR. Sırlı bir film. Sırlanan bir anlatı. Ama ancak biterken.
Anneanne ve torun, maceralı yolculuktan, kendi yolculuklarının anlatısı rehberliğinde (dengbejlere böyle bakabiliriz, belki de yoktular, hayaldiler, onların rehberliğinde ve kurtarıcılığında silah taşında yolculuk tamamlandı, eşliklerinde) eve zaferle döndüklerinde oğul/babayı devlet/erk elinden kurtarmak için ellerinde hak edilmiş bir koz tuttuklarını düşünüyorlardı. Ancak eve geldiklerinde evde kurtarmak için kendilerini risklere attıkları kişinin zaten kurtulmuş olduğunu gördüler. Bu aslında hem bir sevinç hem de bir hayalkırıklığı sahnesidir. Kurtarıcı olmayı tamamlayamadılar. Yarım kaldı. Bu anlamda başarısız oldular. Ama bu başarısızlık çok kısa sürdü. İvedilikle başarısızlığı geri aldılar. Basit bir hareketle: anlatmayarak! (İşte bir otosansür size. Otosansürle direniş denemesi.) "Aaaa biz de seni kurtaracağız diye rezil kepaze olduk, binbir badire atlattık, bak taa nerelerden askere vereceğiz diye silah getirdik! Tüh, bilseydik hiç kendimizi riske atmazdık," demeyerek. "Olsun gene de seni sağ salim gördük ya, bu her şeye değer," demeyerek. Onun yerine yalan söyleyerek. Kendilerini konuya duyarsızmış gibi sunarak. Alternatif bir gerçeklik yaratarak. Böylece hem hayalkırıklığını başka bir zaferle -kendilerine ait kahramanlık anlatısının gerçek hayatla zedelenmesine direnmenin, yalanla gerçeği devirmenin zaferiyle- geri aldılar, hem de yolculuklarının içsel bir yolculuk da olabilmesini sağladılar. İkisi arasında da özel bir bağ kuruldu böylece. Babaanne ile torun arasında bir sır vardır artık. Ateşli silahlarla bezeli bir sır. Silahların kendisi, gömdükleri yerler bir sır. Silahı edinmek için yaşadıkları, deneyimledikleri başka bir sır. Yoldaşlıkları bu sırra dönüşme anıyla mühürlenip gömülen mektup oldu. Babaanne, filmin en başındaki dile geçseydi eve döndüklerinde; yani yetişkinlerin başka dertleri olan dünyasıyla çocukların tilki fantezileriyle bezeli masalsı dünyası arasında net ayrım vardır diline geçseydi, yoldaşlıklarına ihanet etmiş olmakla kalmazdı bu yoldaşlık yok hükmünde de olurdu. torunun katkılarını unutuverirdik. "O zaten bir çocuktu," olurdu.
Babaannenin ve kızın uğruna binbir tehlike attıkları seferden dönüşte oğulu/babayı evde yatakta bulunca kendi yolculuklarından hiç bahsetmemelerindeki sır gömülen sır değildir yalnız. O sır hep onlarla beraber.

Küçük kız bir yoldaş. Silahı fiilen çalan/alan kişi olmakla kalmıyor konuyu hemen açan, her gittikleri yerlerde alternatif yollardan silaha erişimi deneyen bir Troya askeri görünümünde de.

Filmin ikinci kritik sahnesi UNUTMA.

Babannenin küçük kıza "silahı unut" dediği an. 'Barış', bir unutma olarak karşımıza çıkıyor. Silahı 'bilinçli' unutma. Aslında epey de queer de bir unutma. Judith Halberstam'ın Çuvallamanın Queer Sanatı'ndaki anlamıyla söylüyorum. Erkekliği unutan erkeklik gibi. Kız, bir yandan da gelecek, geleceğimiz, gelecekleri, gelecek kuşak. Silahın yerini bilen bir genç kız (olası bir) barışın geleceğine doğru hazırlanmakta, gibi. Silahın neden alındığını, nasıl elde edildiğini, hangi koşullar altında doğduğunu, ataların silahları ve atalara bağlayan babaanne ve ataların anlatılarına bağlayan masalcılar/dengbejler aracılığıyla bilen, bilecek bir gelecek.

Güzel doğa, güzel yerlerde yaşıyorlar teması 'aslında güzel yerler oralar' teması vardı bir de. En güzel mekan gene de korucuların köyündeki manzara gibiydi. Bu da biraz güzel hayata kendi yerinde hazırlanma önerisi gibi. Güzel hayat zaten güzel yerde, olsun, neden olmasın, dercesine.

Bunları yazarken, sokak kapısını açık bırakmışım!.. Gece saat birde tak tak kapının çaldığını duyunca zıpkın gibi fırladım yerimden. Bir kaygı-silahlanması mı yaşadım anında, bilemiyorum. Meğer komşuymuş. Kapıyı aralık görünce meraklanmış. Açıkçası, "hırsız içerde," diye düşünmüş. Kendi ifadesiyle; "elindekileri yere bırakmış, pozisyon almış."

Sağolsun varolsun, açık kapıyla uyumaktan kurtulduk. Ama başka bir denk gelme de yaşadım ben tabii.

Şimdi geri oturduğumda uykum var gibi biraz. Filme dönelim. Sır ve unutma temalarını etkileyici buldum. Dengbejlerin dengbejliklerini daha fazla konuşturabilecekleri eleştirisini duydum çıkışta. Mantıklı. Dengbej geleneğinin özel halleri az çizilmişti. Film dengbej seansı güzellemesi, dengbej sahnesiyle büyülemeye kalkışma denemesine girişmemişti. Yapılabilirdi aslında gerçekten de. Arkadaki güzel doğa kadar kendi içe kapalılığıyla güzel dengbejler kültürü de bir manzara gibi ortaya atılabilirdi. Dengeli kullanılmış, hikayenin çok önüne geçirilmemiş. Acaba Takva'daki 'zikir' sahnelerinin seyirciyi sallamakta uzun uzun ve çekinmeden kullanılması gibi bir şeyi mi kastediyorum? Belki.

Hikaye de, hoş, ılımlı, dengeli; mekanlardan, gerçekliklerden, geçmişlerden, acılardan, insan öğesinden, akıp gitmiş hikayelerden rol çalmak istemiyor. Agresifçe anlatılmıyor olaylar, sanki çoğu anda bir hikaye var ama bir yer olması ve o yerde bir takım insanlar olması daha önemli.

Dengbejler biraz da gazetecilerdir, gazeteciliğin de yerini tutarlar diye biliyorum. Haber taşıyıcılardır. Sözlü anlatım denince anlatılan sadece kişisel dramlar değil. Kolektif felaketler de hikaye konusudur dengbeje. Sesime Gel'de de haberi oradan oraya öyle taşıyorlar ki filmi aslında onlar anlatıyor ve bu anlamda belki de yoktular noktasına geliyorum. Belki babaanne ve torun yalnız geçtiler gerçekte sınırdan ancak salt ikisinin arasındaki sınırların özgürce gerçeklikten kopup geri gelmesi sayesinde masalla karışık bir anı yarattılar kendilerine, içinde tilkilerin ve dengbejlerin birbirlerinin 'anlatı-kuyrukları'nı kovaladığı.

Küçük kız babası götürüldükten sonra sırtüstü kendini yerlere attığında, toprağa bıraktığında, doğaya sırt üstü düştüğünde bir tür demir leblebi olarak genç kız filmi seyredeceğiz sandım. Bir
Mouchette (Robert Bresson) belki. Veya bir Hayat Var (Reha Erdem)...

Baba/oğul'un asker-devletin elinden bir anlatıyla -bir başka dengbej seansında işlenesi bir aşk ve intikam öyküsüyle- kurtulmuş olmasını tekrar anımsamak gerek. Somut bir nesne ile değil, bir anlatı ile, ikna ederek kurtuluyorlar.

Silahla değil ikna edilerek yolundan döndürülmüştür otorite. İkna edildiği şey de şudur: kötünün, kötülüğün bizde olmadığı, yani biz Kürtlerde, veya biz 'bu köydeki köylüler'de, veya 'bizim ailemiz olarak biz'de, ama ötekinde olduğu, kötünün yerinin işbirlikçiler, devletin yanında görünen korucular olduğu fikrini yayan bir anlatı ile. Sevdiği kadına ulaşmak için devletin sopasını manipüle edendir kötü olan -sevdiği adam için yapayalnız kalmayı, çile çekmeyi seçen biz, babaannelerimiz, torunlarımız değil, mesajı. Böyle olunca, kötü, temelde, aşkı kötü yaşayan oluyor.

Senarist Abidin Parıltı'nın edebiyattan, hikayeden gelmesinden mi? Kalem kılıçtan keskindir -özellikle de kılıcı unutuşuyla, diyen bir film mi?

Unutan hatırlayadabilir. Gelgelelim kolektif hafıza da var. Şöyle düşünme eğilimindeyim, olaylar tam olarak filmde gördüğümüz gibi olmadı -filmin iç gerçeklik evreninde dahi anlamında, dış dünyada olmadı anlamında değil elbet, bu konumuz dğeil. Ancak babaanne ve küçük torun yoldaşlıkları içinde gözyaşartan, kalpten, sahici, ikili-demir-leblebi bir birlik kurdular ve o birliğin kolektif hafızasından geçen öyküyü bize dengbej kişileştirmesiyle anlattılar. Gerçek dengbejler onlardı.

Dengbejlere de başta hikayeyi anlatmıyordu sonda anlattı.

"Ah be Berfe Ana, biz daha sana hikayeler anlatacaktık," kısmı Berfe Ana'nın (Babaanne) başına bir şeyler geleceğini düşündürüyordu. Bunu bir anlatı manevrası olarak okumuştum izlerken. Ama sonuçta kandırmaca gibi oldu. Berfe Ana'nın başına bir şey gelmedi.

Yeter ki başka bir şeyler daha yaşansaydı -hikaye ve film bitti. Anlatının kendisine güzelleme var. Anlatı devam etseydi ne güzel daha anlatacaklarımız vardı sana Berfe Ana.

Uzun yolculuk en temel konulardan biri anlatılar tarihinde. Kahramanlarımızın uzun yaya yolculuklarının kendisinin içerdiği tek maceranın bir kez durdurulmak olması, hiçbir doğa engeliyle karşılaşılmaması, doğanın hiçbir azizliğine uğramamaları, ve hep dinlenme anlarında, doğanın ve manzaranın tadını çıkartırken görüntülenmeleri de ilginç.

Hatta babaannenin antika silah ile askerlerin kapısını çalma sözde-fedakarca girişimi zarar veren bir iyi niyet, bir işgüzarlık olarak baba/oğulun ve diğer tutukluların daha fazla dayak yemelerine de neden olmuştur. Babaannenin bütün girişimleri bir dizi işgüzarlıktan ibarettir buradan bakınca, çocukçadır, veya çocukladır, o yüzden işgüzar gibi gözükmektedir erkeğe. 'Başında bir erkek olsa' onaylamayacağı bir dizi edimdir: eski aşığından iyilik istemek, ona laf sokacak kadar yakın bir ilişki anı yaratmak, kontrol noktalarını üzerinde silahla geçmeye kalkmak, dayının silahını kapıp kaçmak, tanımadığı adamlarla uzun bir yolculuğa girişmek, vs. Ki zaten 'başındaki bir erkek' olmaya en yakın erkek olan dayı onaylamaz ve alternatif bir plan üretir. Bu alternatif planı da söylemez bile. Sadece, zamanı gelince, erkekçe, yapacaktır. Babaanne ve torunun böylesi bir erkek denetim sınırlarını aşan sınıraşma halleri, ortaklıkları da vardır. Hatta, çiğnedikleri bir devlet yasası belki yoktur da çiğnedikleri birkaç toplumsal, geleneksel yasa vardır.

Bu babaanne portresinde bir Archibald Motley portresi havası olmasın. Mağrur, 'siyah büyükanne' imgesinin gururlu, oturaklı, estetik resmedilişi. Görsel olarak filmden bir kare değil bir Motley koyarak kapayayım sözü. Motley'in yaptığı büyükannesinin portresi.


Artık uyumam gerek. Yarın sabah erkenden işler başlıyor. Bütün emeği geçenlere tebrikler.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder