23 Eylül 2010 Perşembe

heine

cevat çapan bugünkü cumhuriyet kitapta heinrich heine'den şiirler yayınlamış ve pek türkiyede bilinmediğini sevilmediğini söylemiş.
öyle midir gerçekten?
ben lise çağları civarındaydım sanıyorum, Şarkılar Kitabı tarafından ele geçirildiğimde...

7 Eylül 2010 Salı

pardon bi john zorn alcaktım---

şimdi John Zorn dinlerken aklıma geldi, geçenlerde beyoğlu mephisto'da ben kasanın civarlarındayken biri geldi kasadakilere böyle pat diye "pardon, John Zorn var mı?" gibisinden bir giriş yaptı! şaştım kaldım. takdir de ettim. böyle yapmak gerek. D&R'a girip, kasaya yaklaşıp direkt "bir Kekeme Türk Şiiri lütfen," diyeceksin mesela...

ben Istvan Örkeny'nin Bir Dakikalık Öyküler'ini arıyordum kitapçılarda geçtiğimiz günlerde örneğin. kasaya veya danışmaya yaklaştığımda nasıl bir alttan alma içindeyim; kitabın adını, yayınevini, böyle dünyanın en bilinmez şeyini isteme kaprisiyle karşılarına geldiğimi kabul edercesine ve mahcubiyetle açıklıyorum. tabii bu tuhaf isteğim layıkını buluyor ve kitap hiçbir kitapçının stoğunda gözükmüyor. neredeyse özür dileyerek uzaklaşıyorum! :)

çok geç ama boykot

pazar günkü yazıma "boykot ama çok geç" başlığını atmıştım ama tersini de atmalıymışım yani "çok geç ama boykot" da olabilirmiş veya o da olmalıymış.

boykot hattının iptal olmadığını göstermek üzere...


5 Eylül 2010 Pazar

ece temelkurana açık mektup!

bu açık mektup dilini unutmuşum. şimdi not yazmaya kalkarken birden aklıma geldi. bilmemkime açık mektup! halbuki günümüzde her blog metni açık mektup gibi. yoksa değil mi? kuşkuya düştüm bile. belki gerçekten de internet çağında açık mektup mümkündür.
neyse, ece temelkuran nereden çıktı diyeceksiniz. malum, temelkuran boykot cephemizi terkederek hayır'a dümen kırdı. baktım şurda burda bu makas değiştirmeden bahsediliyor bolca.
benim boykotun da pek bir işe yaramayacağına dair analizlerim baki.
ama boykot propagandasını sürdürmeyi boykot söylemini sürdürmeyi gene de hala siyasi bir gereklilik sayıyorum. ve de boykot cephesine çağırabiliyorum. bir boykot tebliğcisi gibi.
dolayısıyla diyorum ki, ey ece, geri dön!
boykottan sapma!
tahminimce evetçilerin ağır markajı ve belaltı vurmaları yıldırmıştır ve bir reaksiyonla "ya basta" diyerek hayır'a sapmıştır.
bir televizyon programında biraz izlemiştim birkaç gün önce. ablukaya alma kişisel saldırıya geçme mantık zeminini kaydırma gibi yöntemler izleyen televizyon yorumcuları var maalesef.
iktidarı arkasına alan zaten ekstra bir çirkinleşme rüzgarı hissediyor.
iktidar hayırcılarda olsaydı bu sefer de onlarda görürdük aynı salvoyu.
herkes nuray mert değil ki.
dahası herkes nuray mert olmak zorunda mı?
temelkuran da çekip hayırcı oldu tamam.
ama diyorum ki bu reaktif karardan geri dön!
boykota geri gel!
referandummaniaya kapılma.
referandum gelir geçer. siyaset devam edecek. diri kalmak gerek. hattan kopmamalı. özneleşme sürecini sıfırlamamalı. kaldığımız yerden devam edebilmeli, toz duman dağılınca.
bakıyorum email gruplarında başka boykotçular da yetti kardeşim madem temelkuran da böyle yaptı haklı kadın biz de hayıra geçelim diyorlarmış.
aman diyorum.
boykotta kalalım. boykota dönelim.
bir şey elde etmek için çok geç olsa da...
çünkü devamı getirilebilir başka bir yerde durmak için çok geç değil---

hakemi de dövelim mi?

türkiye yunanistan maçından önce ntvde murat didin ile yunanistanda basket de oynamış ibrahim kutluayın bütün teorilerini evsahibi olmanın avantajıyla rakibi dövelim'e çevirmeleri pek rahatsız ediciydi. sonra baktım mehmet demirkol da benzer şeyler söylüyor, evsahibi oldugumuz için hakemi baskı altına alıp faul çalmalarını engellemeliymişiz! iyi mi... basketbol olunca fiar play birden neden iptal oldu anlamadım.
bir de umarım oyuncular bunları dinlemiyorlardır diye düşündüm. yani tek şansımız rakibi faulle hakem baskısıyla sert oyunla evsahibi avantajıyla sindirmek mi? başka türlü başarılı olamaz mıyız? yani basketbolda başarılı olmak için basketbol oynamamamız mı gerekiyor?
peki klasik bir FB-GS derbisinde seyirci hakemi baskı altına almaya çalıştığında neden alkışlamıyoruz? yoksa milli maç mı farkın sebebi?
bir de Rijkaard'ın bir avrupa kupası maçı sonrası demeci ters gelmişti bana. yok efendim gs'li futbolcular yeterince profesyonel değillermiş, takım öndeyken oyuncu değişikliği yapıldığında koşarak dışarı çıkıyorlarmış, yani masustan ağır ağır çatlatırcasına yürüyüp zaman çalmıyorlarmış oyundan, ve de efendim top taca çıktığında koşarak topu oyuna sokmaya gidiyorlarmış, yani oyunu öldürmek amacıyla topun taca çıkmasını fırsat bilip yavaş hareket etmiyorlarmış. helal olsun o oyunculara o zaman! ve de kahrolsun profesyonelliğin ahlakı! anlamıyorum gerçekten. bu sözleri Rijkaard yerine başka biri deseydi çok daha göze batardı eminim.


boykot dışında boykot

bugünkü yazımda (http://sureyyyabirgun.blogspot.com/2010/09/boykot-ama-cok-gec.html) bir noktayı atlamışım.
boykotun kendisi, yani oy atmamak, sandığa gitmemek, şehirde, şehirlerde pek bir ey ifade etmiyor olabilir, siyasi bir karşılığı olmayabilir, ama boykot propagandasının karşılığı var. son ana kadar boykotun propagandasını yapmak siyasi bir etki yapmak anlamına geliyor.

Sungur Savran'ın Radikal II'deki yazısını okudum biraz önce (link veremiyorum bugünkü gazete olduğundan daha koymamışlardır internete). Genel Prova başlıklı yazı. Sungur Savran'ın Radikal II yazılarını iki açıdan keyifle okuyorum bir süredir, birincisi yazıların kendileri keyifli, ikincisi de Radikal II'de çıkmaları keyifli. aynı yazılar sosyalist bir mecrada çıksa kaybolup gidecekken bu şekilde yayınlanınca okunuyor veya okunuyordur diye tahmin ediyorum diyelim.
önerdiği üçüncü cephe için mücadele benim önerdiklerim de hayli yakın.
bir ekleme yapıyorum ben, solun özneliği ve sol bireylerin dönüştürücü öznelik duygusunu ve erkini geri kazanmalarını çok önemsiyorum. solcu erkini devretmeyen olmalı.
Tekel direnişinin önemini Savran sadece sınıf savaşı temalarının geri gelmesi olarak koyuyor. ben başka birşey daha görüyorum. sınıf savaşı temalarının geri 'getirilmesi'!!
ne demek bu, yani solcular geri getirdi kendi kendine gelmedi. aynı 1 Mayıs'ı solcuların Taksim'e geri aldığı gibi. burada erki devralan ben değiştiririm değiştirebilirim, kazanmak arzu edilirdir ve mümkündür diyen bir özne var.

üçüncü cephenin bireylerinin yaratılmasına dikkat kesiliyorum yani bir yandan da.

boykotu haykıran bir birey böyle bireydir.

bence Tuğrul Eryılmaz bu referandummania sürecinde çok başarılı bir gazetecilik yapıyor Radikal II'de. tabii hakkını yemeyeyim belki onun dışında başka emek verenler karar sürecine katkıda bulunanlar da vardır. benim bildiğim Eryılmaz. ve çok iyi buldum Radikal II'yi bütün süreç boyunca. bugünkü ilave de yine başarılıydı. ne olacak acaba Referans radikal'i yutacak diyorlar, çok da bilmiyorum nasıl olacağını. ama sanırım radikal II'nin eksikliği hissedilir. tabii Eryılmaz kalır mı gider mi devam mı eder nasıl olur. hiç kestirebileceğim şeyler değil.

geçen sene miydi evvelki sene mi radikal tabloid tipte olacak muhabbeti vardı. sonra o bitti bu kez de Referans'a düşecek başladı. ve sanırım bu nihai...

son haftalarda Radikal'de dizgi hataları da çok arttı farkında mısınız? tam bir gemi sallantıda modu herhalde...

bu arada, bir gazete olarak Birgün'ü de eskisinden iyi görüyorum. referandumdaki ağır hayırcılık benim desteklediğim birşey olmamakla birlikte net bir siyasi dinamizm kattığı kesin gazeteye. artı yazı kaliteleri eskisinden iyi gibi geliyor. bir gelişme var bence gazetenin toplam ürettiği değerde. eskiden sadece dayanışma duygusuyla alıp okumadan okuyamadan bıraktığım çok olurdu. şimdi her gün hem alıyor hem de okuyacak bir sürü şey buluyorum.

geçen perşembe verdikleri manav falan posteri gibi sululuklar biraz tadımı kaçırmıştı ki L. Doğan Tılıç'ın içerden eleştirisini okuyunca rahatladım. demek ki bazen böyle olabiliyormuş, mücadele kazası gibi bir durum herhalde...

unutmadan, Tuğrul Eryılmaz'ın geçen haftalarda çıkan İletişim-Birikim retrospektif söyleşisi de çok iyiydi...