Hitomi Kanehara'nın Snakes & Earrings romanını birinden ödünç alıp birkaç yıl önce okumuş ve çok sevmiştim. bir hayat bir ritm vardı, bir japonya ritmi, gençlik ritmi, piercing ritmi. ne derseniz... Türkçeye de çevrilsin istedim hatta kitap...
27 Aralık 2010 Pazartesi
kanehara'dan çektiklerim
Hitomi Kanehara'nın Snakes & Earrings romanını birinden ödünç alıp birkaç yıl önce okumuş ve çok sevmiştim. bir hayat bir ritm vardı, bir japonya ritmi, gençlik ritmi, piercing ritmi. ne derseniz... Türkçeye de çevrilsin istedim hatta kitap...
20 Aralık 2010 Pazartesi
Exeter'da bir akşam
Exeter'daki "radikal fikirler" workshop'undan sonra donuse gecmistim, tren istasyonuna dogru... bir pub'ın önünden geçiyordum, kapıya astıkları ilana gözüm takıldı. tam bana sesleniyorlardı, tamam burdan geçip gidiyorsun da bir sürü güzel şeyimiz var içerde, bir girsene, ne duraksıyorsun, gibisinden bir metin. hak verdim. bir pint içtim orda, biraz Independent okudum, sonra çıktım, istasyona dogru yola devam ettim, hava iyice kararmisti, cok etkileyici geldi bir goruntu, fotografini cekeyim sunun dedim, ama bir isteksizlik de hissederek, cunku nefis bir goruntunun onunden de geçsem çektiğim fotograf kesinlikle nefis falan olmadığı gibi güzel bile olmuyor. işte çektiğim fotoğraflar yanda. yani ortada...
18 Aralık 2010 Cumartesi
eric satie linkine rastladim bir arkadaşın adresinde: http://www.facebook.com/video/video.php?v=1500685434263&oid=322301451425&comments
Leopar
Leopar'ı seyrettim sonunda. Kütüphanede cuma akşamı bir film alsam mı diyordum, haftasonu seyrederim zamana yayarak diye. karşıma çıktı birden. aldım hemen.
16 Aralık 2010 Perşembe
SALGIN
15 Aralık 2010 Çarşamba
uzun sacli salinan oglanlar!
Ergin Yildizoglu Londra'daki ogrenci eylemleriyle ilgili bir yazi yazmis. A-infos.tr'deki arkadaslar da A-infosda dolasima sokmuslar, ben de bu sayede gorebildim okuyabildim. Yildizoglu'nun eline saglik genel olarak elbette, eylemleri turkiye okuruna biraz olsun tanitiyor gosteriyor destekliyor. ama iki komik nokta da dikkat cekiyordu.
birincisi Yildizoglu, Yates'in siirini alintilayarak giriyor yazisina. baslikta da kullanmis ayni siiri. soyle diyor: "Perşembe akşamı Londra'da öğrencilerin eylemlerini, parlamentomeydanındaki işgali ve çatışmaları izlerken aklıma, W.B. Yates'in"Paskalya, 1919" başlıklı şiirinin ünlü dizeleri geldi "Her şeydeğişti, değişti tümüyle /Korkunç bir güzellik doğdu". Yates bu şiiri,İngiltere'nin orantısız bir güçle, mutlak bir önyargıyla bastırdığı,ama daha sonra IRA'nın doğum günü olarak tarihe geçen Dublinayaklanmasına katılanlar için yazmıştı."
halbuki siirin ismi "Paskalya, 1916" olacakti. bu bir kucuk yanlis degil, bir tur lapsus bence.
Yildizoglu bir kemalist olarak tarihi kirilma ani denince 1919'a kayiyor bilincaltindan. siiri aslinda 1919 anisina da yazilmis bir siir gibi okuyor belki icten ice!
mesela soyle okuyor olabilir mi: "19 Mayis 1919 oldu/Her şeydeğişti, değişti tümüyle / Korkunc bir guzellik dogdu!"
diger kucuk komik nokta da su, biraz asagida da diyor ki:
"Meydanda ateşler yanıyor, Curchill'in heykeline "Biz senin kölelerindeğiliz" flaması asılıyor, biri heykelin kaidesine işiyordu. Bir kızöğrenci İngiltere bayrağına asılarak sallanıyordu."
Ingiliz bayragina asiliyordu dedigi kiz ogrenci aslinda Pink Floyd'dan David Gilmour'un oglu Charles Gilmour 'du!
uzun sacli gorunce hemen kiz sanmis :)
bu arada Gilmour bir askeri anitin uzerindeki Ingiliz bayragina asilip sallanmisti. acaba Mogollardan birinin -uzaktan Yildizoglu'na kiz gibi gorunecek- uzun sacli oglu bir gosteri sirasinda bir askeri anitin Turk bayragina asilip lunaparkta gibi sallansa Cumhuriyet gazetesi bu olaya ne derdi?
hele bi de biri bir yuce heykele isese! mesela Yildizoglu o eylemi de savunabilir mi acaba ayni gazetede...
saldirilanlarin ulusal iktidar sembolleri oldugunun farkinda olduguna gore, bunlari turkiyeye tercume ederken neye denk geldiklerini de kestirmis olmali. oyleyse, direkt bu fiillere cagirmali okuru!
5 Kasım 2010 Cuma
naif hat
edebiyatta naif bir hat izliyorum bugunlerde. Nicola Barker'ın ilk oyku kitaplarından Heading Inland'den sonra bir John Updike aşk öyküleri seçkisine geçtim: The Women Who Got Away. 50ler, 60lar, çekingen aşklar. derken Ilgın, Richard Yates'in Liars in Love'ından öykü çevirsek mi Sıcak Nal'a diyordu, ben de okumamıştım, onu aldım elime. Yates'in o basit ama etkili anlatışına bıraktım kendimi. Updike'dan sonra öyle net bir süreklilik oldu ki, sanki bir edebiyat deneyinde üretilmiş metinleri okuyormuşum gibi geldi. Liars in Love'dan öykü çevirebileceğimizi pek sanmıyorum. her biri 30 sayfa. ama 3 sayfa gibi okunuyor ayrı mesele. Updike ile Yates'in kahramanlarının sokak kadınlarıyla rabıtaları bile birbirini takip ediyor gibi. bir de üstüne arada Mad Men seyrediyorum. üstelik eski sezonları. She is so much woman günlerini...
31 Ekim 2010 Pazar
Anarchist Thought in India"
14 Ekim 2010 Perşembe
daisy
13 Ekim 2010 Çarşamba
istanbul'un anarşist kitabevi neresi marksist kitabevi neresi?
özlemişim İngiltere'yi
23 Eylül 2010 Perşembe
heine
7 Eylül 2010 Salı
pardon bi john zorn alcaktım---
çok geç ama boykot
5 Eylül 2010 Pazar
ece temelkurana açık mektup!
hakemi de dövelim mi?
boykot dışında boykot
15 Mayıs 2010 Cumartesi
gerry
1902 doğumlular
ayça seren ural
15 Şubat 2010 Pazartesi
3 Şubat 2010 Çarşamba
1 Şubat 2010 Pazartesi
vize mize müze
Çalışmazdık Asla
14 Ocak 2010 Perşembe
kayıp Gandhi
Kılıçdaroğlu, 'Dersim Kapanımı' sürecinde Gandhi estetiğini tümden kaybetti, öte yandan Gandhi estetiği pek buralarda popüler olacak gibi değildi zaten -hele şu sıralar.
Türkiye'de herkes Gandhi'yi öldüren adam olmak istiyor belki de...
(miniminnacık Yeni Delhi seyahatim sırasında bu suikastçının kaldığı otelde kalmıştım. koridorlar, merdivenler, bu bilgiyle bir huzursuzluk edinmişti.)
çakkallar ve yeni kuruş
yeni yıla girdik ve her bakkal ve her çakkal, neredeyse istisnasız ve değişik semtlerde, ısrarla elinize para üstü olarak tedavülden kalkmış yeni kuruş bozukluklarından sıkıştırmaya çalışıyor.
duyduğuma göre müşteriler de aynı dolandırma diliyle karşılık verme eğilimindelermiş.
pazarlar kim kime geçersiz para kakalayabilirse yerleri olmuş.
bu sorun, yani yeni kuruşlar tedavülden kalktığında piyasada toplam bozuk paraların yaklaşık yüzde ellisinin olması sorunu, halk tarafından böyle çözülmekte. Mesela halkta genel olarak “kardeşim biz tanımıyoruz senin bu tedavül medavül laflarını eski yeni bütün kuruşları kullanacağız” deme eğilimi hiç yok. Bunun tersi olabilecek, tamam tedavül uygulamasına uyacağız ama sürekli bir kim kimi kazıklarsa ortamı yaratmadan bu işi çözelim arayışı da yok.
Bu durumun genel ahlak-sorunu iması bana linçsevme ve linçci olabilecek fırsat arama karakterini de hatırlatıyor.
İstanbul’un farklı semtlerinde karşınıza çıkan Kapatıyoruzcular da bir tür linç sevgisine yatırım yapan yerler değil mi? Bir dükkan direkt kapatıyoruz levhasıyla ve atmosferiyle açılıyor, ilk andan itibaren alıcıda vurgun yapıyorum, bir tür yağma faaliyeti içindeyim, düşene vuruyorum, duygusu veriyor, ve bu en yaygın ve cazip duygular arasında. ucuza kapatacağına ikna oluyor -alışverişi, öldürmeyi, yeni kuruşu...
şakasından çevirirsek:
bakkallar çakkallar neden bu kadar zıtlar yeni kuruşa acaba. ne olur yani toplasınlar biriktirip götürsünler bankaya değiştirsinler. ben olsam hatta pencereye "yeni kuruş alınır" levhası asardım. ki belki bu yüzden iyi ki ben değilim.
(bu arada yeni kuruşları çakkallardan toplayıp bankaya götürüp yenisizleştirip bu işten komisyon alanlar türemiş diye duydum. işte bir iş !)