30 Aralık 2009 Çarşamba

Pasolini'nin şiirlerini unutmuştum

bir dize aramaya kalktım geçen gün, bir hikmet olmayan, böyle adlandıralamayacak, "işte bir hikmet!", içinde bir hikmet barındırdığı için güzel dize denen dize, denemeyecek, ama şahane, örnek bir dize buluveriyim diye tak şiir kitaplarının arasından bir kitap çektim, diyebiliriz, pasolini'yi elime alışım için.

Gramsci'ni Külleri. Nisan yayınları. Rekin Teksoy çevirisi.

dizeyi buldum hemen:
"biz yaşayanlar için usulca"

fakat şiirlerin genel olarak güzelliği şaşırttı beni. unutmuşum gitmiş bu kitabı. adı da zaten küller falan.

kitabın içine de pasolini şiiri hakkında dönemin dergilerinden birinde yayınlanmış bir yazıyı kesip saklamışım. yazı b. umut Aydın imzalı. başlığı da Direniş ve Şiir. ve de 1996 yılında Direniş dergisinde yayınlanmış. hiç hatırlamıyorum doğrusu dergiyi. ama iyi ki yazıyı kesip kitabın arasına koymuşum.
çok az yaptığım bir hareket, böyle küpür kesip kitap arasına koymak, ama her seferinde iyi ki yapmışım diyorum, sonradan ve yıllar sonradan, bulunca.

*

gözümde arpacık çıkmış. şaşırdım ve itirazvari bir şaşırma. bende olmaz öyle şey diyerekten. sanki iftira atılmış gibi...

29 Aralık 2009 Salı

mahkeme kararı diye hukuki olacak değil

şu habere bir bakalım: http://www.netgazete.com/News/660436/selahattin_demirtas_kuzu_olmayacagiz.aspx

Selahattin Demirtaş ifade vermeye gitmeyeceklerini söylüyor. bizim kuşaktan aslında Demirtaş, yaşıtımız. kullandığı dile ve mantığa bakıyorum. en ilginç ilk nokta şu cümlesi galiba:
"Karar bir mahkeme tarafından verilmiş olmakla hukuki hale gelmez."
bu tür zemin kaydıran açıklamalara bayılıyorum. bunlar liberal düzlemin dayatmaya çalıştığı herşeyin tek tanımı vardır ve o tanım benim atadığım tanımdır diyen liberal-despotizmini kırıyor.
hukuki olan nedir? hadi bakalım.
ne hukuki değildir?
mahkeme kararları hukuki değildir mesela!

burada bir çelişki var diye Demirtaş'ı suçluyor değilim kesinlikle. aksine. neyin hukuki olduğunun aslında son derece görece olduğunu açıkça söylediği için işaret ediyorum. evet haklı, neyin hukuki olduğu görecedir ve herşey perspektif meselesidir, açıklama meselesidir.

kimilerine göre darbeler hukukidir mesela.
öte yandan hiçbir devrimci hukuksuz bir devrim yapmak istiyorum demez. gündemde bu terimler nasılsa yoktur ama olsaydı da demezdi.
veya hukuka başka bir çerçeve atar. mesela devrim hukuku. (halk meclisi gibi)
zaten bir devrimci normalde bir darbeyi 'hukuksuz' diye karalarsa çelişki olur, hukuksuz olduğu için değil hukukunu beğenmediği için karalaması gerekir. birşeyin hukuksuz diye nitelenmesi kolayca başka bir hukuka bağlı olmasıyla açıklanabilir çünkü (ve belki de açıklanmalıdır).
tek bir hukuk hiç olmadı.
o zaman hukuksuzluğun ne olduğu da tamamen açıklama meselesidir.

*Burhan Kuzu'nun soyadıyla dalga geçme meselesine gelince. bu isimle soyisimle dalga geçerek polemik benim hiç değer vermediğim bir polemik tipidir. anlamıyorum neden buna itibar edilebildiğini.
öte yandan, televizyondan izlerken konuşmayı, bir an, "biz kuzu değil kurt olacağız!", diyecek sandım!
işte bunu deseydi dalga geçme olmaktan çıkıp başka birşey olacaktı.
aslında dolaylı olarak dedi tabii ama o kadar etkili olamadı elbet. gene de dolaylı olarak da olsa "biz kurt olacağız" demesi enteresan.

kurt imgesi de yer değiştirdi galiba.

son yıllarda sağ - sol herşey yer değiştirirken.

-bu süreçte idris küçükömer'in hiç akla gelmemesi yeni bir popülerlik kazanmaması da merak edilesi bir nokta...



8 Aralık 2009 Salı

Mehmet Kazım değil Kazım Kazım

*Fenerbahçe'nin Kazım'a ceza yağdırması hiç hoşuma gitmedi. yönetimi kınıyorum. acaba forumlarda falan da kınıyorlar mıdır? Colin Kazım bir stil. Fenerbahçe Türkiye'nin Brezilyası ise Kazım Fenerde olmalı. daha disiplinli olsa daha verimli olurdu belki bilemem. belki de daha verimsiz olurdu. nereden biliyorsunuz?
dahası herşey verim mi?
Kazım bir stil ve bobstil...
ayrıca 8jk bekle bizi twitterlarından sonra ona haksızlıklar yapıldı, tüm sokaklar onu korumalıydı -Beşiktaş sokakları dahil.
Kazım Fener'de kalmalı, ve zorla büyümesi de gerekmiyor. bence airbaglerle kaza yaptıktan bir hafta sonra harika oynayabilecek bir adam o, fiziken mümkünse eğer...
ve onun harika oynaması tipik bir harika oynama değil -hatalarla dolu, eksiklerle dolu...
Radikal'in tek güleryüzlü Beşiktaşlısı, Feridun Düzağaç, bile, ne demişti: "ne zamandır beri hakeme küfretmek 4 maç ceza oldu ki?"

Kazım Kazım adı bile birşey söylemiyor mu?
Mehmet Kazım değil Kazım Kazım...
Gökçek Kazım veya Aziz Kazım da değil. Mert Nobre usülü Korhan Kazım bile değil.
Fazladan Türkçe isim denilen tuhaf ötesi vatandaşlık uygulamasının parodi yoluyla reddi değil de nedir bu?
Kazım umarım kendini toparlar, ama bunların, medyanın, yöneticilerin, çok akıllı adamların istediği anlamda kendini toplamaktan bahsetmiyorum, diskoya gitmez hakemle didişmez rakiplere sataşmaz bir edep abidesine dönerek kendini toparlamaktan bahsetmiyorum (bunları mesela yıllardır Alex yapıyor, o da bir efendi-stil, gözlükleriyle, sitesinden hep itidal tavsiye eden açıklamalar yapmasıyla -gerçi bazen nasıl da halk deyimiyle 'psikopata bağlıyor'! istanbulda 3-1 aldığımız CSKA Moskova maçında mesela öyleydi o uzaktan golü atarken. fakat santra yapılana kadar kravatını bağlamış oluyor.)
Evet, Kazım kendini toparlar umarım, yani stilini kaybetmeden bu dünya ile başetmenin yollarını bulur. umarım bunun yolunun kaçıp gitmek olduğunu düşünmez. her yerde var bu 'verim-örgütlenmesi'. kim bugün George Best'e razı ki youtube dışında?

Kazım'la Santos dostluğunun da söylenenin tam tersine 'gençliğe iyi örnek' olarak işlenmesi gerektiğini düşünüyorum!
bir brezilyalı bir londralı istanbulda başarıya kilitlenmiş onca mekanizmanın ortasında nasıl bir dans birlikteliği yakaladılar?
örnek bir itaatsizlik ve neşe yanlısı tutum neden sayılmasın?
tabii büyük anlamlar yüklemeye gerek yok, olduğu haliyle...
hayata küçük bir bacakarası olarak...

hayatın, yediği bacakarasının ardından rakibini omuz atıp yıkmasını kınıyorum...


Kapanım

en son Birgün'deki yazımda "AKP-Kürt Açılımı/CHP-Dersim Kapanımı demiştim ama şimdi yeni bir kapanım daha oluşuyor gibi.
bilmiyorum buna ne demeli: "Açılım-Kapanımı!"?
yoksa birden net ayrışan taraflardan birine topu atarak "DTP-Kürt-Kapanımı!" mı demeli?

Türk solu dönüşümün özneliği savaşı veriyorsa DTP de Kürt sorununun özneliği mücadelesi verecek elbet, ben yadırgamıyorum aslında.

Kamil Şenol Birgün'deki yazıma (http://sureyyyabirgun.blogspot.com/2009/11/sola-emanet-mutluluk.html) cevap verirken şunu vurgulamıştı: "evet, hükümetin Kürt açılımı tabandan değil ama açılımın Kürt yarısı, yani DTP, tabandan bir inisiyatifle burada."
bu noktaya itiraz etmedim ama biraz spekülatif de duruyor. Mete Çubukçu'nun Radikal 2deki son Mahmur kampı yazısını (http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=967947&Date=08.12.2009&CategoryID=42) falan düşünürsek ya da genel olarak sürecin akışına bakarsak görünüş o kadar da tabandan durmuyor. bu söylediğime itiraz şu olabilirdi: Kürt siyasetinde taban-tavan ilişkisi devletli bir toplumdan farklı, daha karmaşık dinamiklerle hareket etmekte, şekillenmektedir...

fakat Kamil sonra başka ve daha önemli şeyler de söylüyor:
"Yazının bir yerinde haklı olarak Türk Solu yerine, Türkiye Solu tabirini kullanıyorsun. Aslında burdan devam etmek lazım. Eğer Türk Solu yerine Türkiye Solu doğru ise bunun merkezine DTP'yi koymak lazım.DTP etnik mücadeleyi programın merkezine koymuş gibi görünse de hem kadroları itibarıyla , hem de tarihin belli bir döneminde "ulusal kurtuluş mücadelelerine" burjuvazinin değil proleteryanın önderlik edececeği tespitinden hareketle
rahatlıkla sol olduğunu söyleyebiliriz.DTP'yi de içine alan, daha doğrusu merkezine koyan bir Türkiye Solu tanımı, etkisizlik sorununu da aşmış olur. Bu bir kelime oyunu ya da hokus pokus değil! Böyle bir tanım ve buradan geliştirilebilecek mücadele hattı değişimin öznesi de olabilir.2007 seçimlerinde bu işbirliği İstanbulda Ufuk Uras ve Sebahat Tunceri milletvekili seçtirmişti.Eğer Baskın Oran "ezber bozma" adı altında tam da devtletin ezberine takılıp PKK'ye terörist demeseydi, 2. bölgeden DTP aday göstermeyecek, o da seçilebilecekti. Bu işbirliğinin önemli bir göstergesi de KESK'dir. (Bugün tüm memurlar grevde.Kızımın öğretmeni de grevde imiş.O yüzden okula gitmedi. Hem annesi hem ben ayrı ayrı kızımıza öğretmenini tebrik ettiğimizi söyledik!) KESK'de görebildiğim kadarıyla özellikle feminist kürt yöneticilerin etki alanı o kadar genişlemiş olmalı ki, devlet onlara operasyon düzenledi.Demem o ki , Türkiye Solunu Kürt hareketiyle birlikte tanımlamamız gerekiyor, ancak buradan yol alırsa değişimim öznesi olabilir."

Kamil'in burada söylediklerini tartışmak gerek...

ilk başta ikna edici...

ama iki açıdan soru işaretleri büyümekte:
birincisi Türkiye solu bunu daha önce denedi. olmuyor. ve soldaki herkeste "bu denendi, olmuyor," duygusu hakim.
ikincisi DTP'nin kendisi başka ve daha büyük dertlerle uğraşmakta değil mi bugün? yani Türkiye solunu gönendirme, Türkiye'nin sol partisi olma ve Türkiye soluyla birlikte büyümekten daha büyük bir sorunu yok mu: var kalıp kalmama sorunu!
en azından öyle koymuyorlar mı?
bizi tasfiye etmek istiyorlar ne demek?
yok etmek istiyorlar--
kapatmadan tut fiilen bitirmeye kadar...
bütün enerji buraya yönelmez mi? yönelmesi mantıklı da...

belki Türkiye solu Kürt hareketine yönelik Kamil'in beklentilerini bir doğallık haline getirerek karşılamalı -bir tasarı olarak değil de...

*bir de Kamil, Baskın Oran seçimi öyle mi olmuştu gerçekten? madem öyle oldu neden DTP seçim bölgesini ikiye bölüp çalışma yaptı diyorlar...


7 Aralık 2009 Pazartesi

*John Steinbeck'in The Winter of our Discontent adlı romanının yeni bir baskısı çıkmış: bu kez Kaygılarımızın Kışı başlığıyla.
eski başlık Mutsuzluğumuzun Kışı idi.
bir sonraki da Hoşnutsuzluğumuzun Kışı neden olmasın?
bana yakışıyor gibi geliyor...
tabii sözün alındığı Shakespeare dizesi nasıl daha önce türkçeleştirilmiş falan hiç bakmadım. belki de çevirmenler orayı referans almışlardır...
ben gene de kendi kendime Hoşnutsuzluğumuzun Kışı demekten hoşlanacağım galiba...

Steinbeck ilkgençliğimin rehber yazarıydı. her kitabını nasıl severek okumuştum. şimdi pek birşey hatırlamıyorum. ya sevmezsem diye de tekrar okumuyorum...
belki de kırmalı bunu...

*Kitap başlığı deyince. bence unutulmaz kitap başlıklarından biri de "Kanrevanmaraş" idi. hala dilimde. Nuh Ömer Çetinay'ın. nooldu acaba sonra başka şeyler yayınladı mı? ben mi atladım. bakınca başka kitabı çıkmamış gibi görünüyor...

6 Aralık 2009 Pazar

Sungur Savran'ın bugünkü Radikal 2'de çıkan Örsan Öymen-CHP_Atatürk yazısı ne kadar da iyiydi. evet gayet önemli bir nokta: mesele ilerletilmeli, daha kapsamlı bir dönem eleştirisiyle birleşmeli. ama yazının sonlarında ve aralarında da hep dediği şey, bu sorgulamaların bir sosyalizme evrilme lehine yapılması. sosyalizm-anarşizm, her neyse, bir tür radikal siyasete evrilmenin fiili karşılığı meselesi biraz muğlak tabii bugün, o konuya girmemiş. herhalde girmenin yeri de değildi. ama bu bir mesele...
Aleviler ve Kürtler ve herkes radikal sol siyasetlere kaysın tekrar, sol-sağ çatışması çatışmaların en iyisiydi! diyor. haksız değil. ama hangi teoriyle, sosyalizm durduğu yerde durduğu teorileriyle durumdan çıkış sunmuyor ki? sunsa işletecek özneler birşekilde ortaya çıkardı, olay öznelerin yetersizliğinden tıkanıyor olsa bu yetersizlik bu kadar kalıcı olur muydu?

Gandi estetiğinin CHP'deki çöküşü bence çok ağır oldu. partinin kendini yenileme ihtimali tümden bitti. bu belki de hayırlıdır -daha fazla anti-CHP bir hat gerekiyordur bugün, ama anti-CHP derken ezbere bir pozisyondan bahsetmiyorum, Savran'ın dediklerini de içeren, deşen bir bakış gerekli.

bir sonraki Özalist iktidarımız MHP mi olacak yoksa?

*Karayazı'daki Enis Akın-Kekeme Türk Şiiri söyleşisi güzeldi. sayı 8 eylül ekim 2009. her dediğine katılmıyorsun ama iyi konuşmuş Enis.bir sahiciliğin teorisini çatmaya çalışıyor sanat alanında. şiir özelinde. erdemli duruşla işleyen, savaşmanın itibarını geri kazanmaya uğraşan, muhalifliği yeteneklilik ile birlikte olmazsa olmaz kılarak bir ideal şair portresi çiziyor: yetenekli ve muhalif, sorgulayıcı, çatışmalardan kaçınmayan aksine onları estetik hamleler ve erdem arayışlarıyla birleştiren, diğerkam, kendi şiiri kadar şiirin kendisini de gözeten (ve Türk şiirini), politika'nın a'sından anlayan ve sahicilik imkanlarını kovalayan biri...

şu sözüne bayıldım: "bir sahtelik imkanı daha"
bunu birşeylerin başlığı yapmayı hayal ettim hemen, ne acı bir şiir ne güzel bir alçaklık öyküsü başlığı olurdu bundan! veya olur demeli... belki yaparım...

cuma duymaz'ın söyleşisinde eksik kalan tek şey şu: Kekeme Türk Şiiri kitabının kendisinin daha fazla tartışılması gerekmez miydi böyle bir söyleşide?
kitap hakkında yazı da yazdığımdan herhalde, öyle bir merakla daldım çünkü ben yazıya, ama bulamadım o yönde yeterli malzeme. kekeme kavramının genel bir tanıtılışından hemen sonra şiir ve şiirimiz üzerine sohbete geçiliyor. halbuki mesele ne bileyim can yücelin baba-oğul anlayışına dair yorumların, psikanaliz kavramlarının ve metodlarının kullanılışının, bunların neye denk geldiğinin, vsnin tartışılması ne iyi olurdu. daha basit bir şey söyleyelim: bu kitapla Enis ne yapmıştır? ne yapmak istemiştir ve ne yapmıştır? türk şiiri hakkındaki yorumlardan oluşan literatür içinde bu metinler nasıl bir farklılıkla nasıl bir yerde durmaktadırlar, bu yer hakkında neler söylenebilir eklenebilir ve tartışılabilir? vs vs.
ersun Çıplak'ın enis yazısı da küçük bir dosya tadı vermiş. daha uzun olsaymış keşke, argümanlar başlangıç aşamasında kalmışlar gibi...
dergide en çok Feriz Şahin şiiri etkiledi beni. güçlü bir yanı var. biraz basit biraz açık ama birden hakiki ve muallak.
"Feriz'in ırmağı" adı.

*Ferzan Özpetek'in Mükemmel Bir Gün filmi üzdü beni. sevdiğim Özpetek hizasının altında buldum. eğer böyle filmler de yapacaksa daha çok film yapmasını isteyeceğim, Woody Allen gibi, ilişkilere her sene her sene dalmasını, vasat filmlerden oluşan bir dönemini birden esaslı bir filmle kesmesini...

benim için en birincisi hala Cahil Periler galiba... ama ben Karşı Pencere'yi de iyi bulmuştum...

*ikidir Fener maçlarını Kadıköy'de izliyorum ikidir kaybediyoruz!
nedir bu böyle!? artık her Fenerli gibi bende uğur falan mı yapsam...
Kadıköyde bir daha Fener maçı seyretmesem mi?
ne Fasıl yaradı ne Akdeniz...
halbuki nasıl da hoş bir keyiftir...
acaba Olimpiyatta seyretsekdik kazanır mıydık?
:)

*Simruy Tüzün'e ne oldu? Serpent Yumurtası'ndan sonra bir daha birşey yayınladı mı?
ne yapıyor?
merak ettim gogollayayım dedim kitabın 50 milyon tane kitapçı adresi linkinden başka bir şey bulamadım. tek bir kitaba bu kadar çok link... kişinin kendisi arama motorlarının zor seçtiği bir yerlerde herhalde...
Sibel Tüzün'le ilgili şeyler bile çıktı.
akraba olabilirler mi?