29 Eylül 2011 Perşembe

Konya - İstanbul treninde yere sakızı kim attı?

Konya -İstanbul treninde kavga çıktı -hem de bir sakız için! Trenin 4 saat rötar yapmış olmasının da bu kavgada payı olabilir. Sinirler bozuluyor böyle durumlarda. Ama kavga tam olarak şöyle çıktı: biri yere sakız atmış. Bu sırada bir karı-koca, genç bir çift, geçiyorlar, hanımefendinin ağzında sakız oldugunu gören yaşlı başlı yolculardan biri "her yere sakız atıyorsunuz, treni sayenizde bok götürüyor, pislikler" falan diye birden tersleniyor. Bunun üzerine sakız çiğneyen hanımefendinin eşi genç delikanlı "biz atmadık onu ne biçim konuşuyorsun"a geçiyor, yerdeki sakıza baktıkça sinirleri bozulmuşa benzeyen yaşlı beyefendi ise küfrü basıyor, bunun üzerine genç beyefendi yumruklu saldırıya girişiyor, ortalık karışıyor, diger yolcular ayırıyorlar. Ben genç beyefendinin arkasındayım ve bir ara elinin beline gittigini dehşetle gözlemliyorum. O sırada ilginç bir şey oluyor, genç beyefendi kendisinin polis olduğunu haykırıyor. Bu sanki onu otomatikman haklı veya yere sakız atamaz yapacakmışcasına. Bunun üzerine yaşlı beyefendi de sen polissen ben de gaziyim diye bagiriyor! Ve de kanıt olarak gazi kartını cüzdanından çıkartıp gösteriyor, sallıyor! Bir polis ile bir gazi dövüştüğünde kim -otomatikman- haklıdır? Ayırma çabaları sonucu bana iyice yaklaşan polis bu konuda kararsız görünüyor. Gazi kartının polisin doğal haklılığını sarstığını gözlemliyorum. Kendisine eşinin yanında küfredilmiş olmasını ısrarla öne sürüyor genç polis. Bu arada diğer yolcuların ayırırmış gibi yaparkenki kışkırtmaları da manidar. Polisi engelleyen bir adam, fısıldayarak polise akıl veriyor ve "trende olmaz, burda olmaz, indikten sonra çek kenara, bitir işini" deyiveriyor! Gazi, galiba kavga sırasında kendini hakarete ugramis hissettiğinden, olayı büyütmek istiyor. Telefonla polisleri ariyor. 155i belki. Trendeki görevliyi şahit olarak kendisiyle birlikte trenden indirmeye calisiyor. Görevli ben trenden inemem diye net bir cevap veriyor. En komik sahne işte orada yaşanıyor, bütün trenin ayırmaya çalıştığı, birbirlerine yaklaşamasınlar diye etten duvar ördüğü gazi ile polis (ve eşi) Söğütlüçeşme'de birlikte trenden iniyorlar. Sadece onlar. Ama bu kez kavga etmiyorlar, cünkü gazi çıldırmış vaziyette. "Polisler gelecek polisler gelecek" diye bagiriyor, bir yere uzaklaşmayın diyor polise ve eşine. Tren kalkıyor, en son genç polisin eşinin elinden tutup gaziye sus işareti yaptıgını görüyorum. Halil'in (Altındere) son sergisindeki sus işareti yapan hemşire geliyor aklıma... Gözden yitiyorlar.

17 Eylül 2011 Cumartesi

Gümüşsuyu'nda kavga var!

bu gece Taksim Beşiktaş dolmuşuyla Beşiktaş'a iniyordum. bu dolmuşların içinde bir telsiz sistemi var. birbirleriyle haberleşiyorlar ve biz yolcular da duyabiliyoruz. ben gümüşsuyu'nda beklerken bir araba çekme krizi vardı trafiği tıkayan. gece 11 bucuktan falan bahsediyoruz. ama taksime giriş tıkanmış vaziyetteydi. neyse dolmuş geldi bindik yola çıktık Beşiktaş'a akıyoruz. telsizden diğer dolmuşların gümüşsuyu trafiğini kontrol edişlerini dinliyoruz. bir ara gene Taksim'e çıkış tıkandı ve diğer şoförler Gümüşsuyu'ndaki adamları Görkem'e soruyorlar, Görkem diyorlar, durum nedir, araba mı çekiyorlar yoksa trafik mi var, Görkem de diyor ki hayır otobüs şöförüyle taksici kavga ediyorlar ondan tıkandı. işte bu noktadan sonrası bana tamamen yazarlık pratiğini düşündürdü. yazarlar bir olaya biraz dışarıdan baktılar mı, sözgelimi o olaydaki hikayeyi okumaya yöneldiler mi, kimilerince suçlanırlar, hayata yukarıdan bakmakla. bana bu suçlamayı hatırlattı dolmuşçular. hayata yukarıdan bakan dolmuşçular ya da demek lazım. şöyle ki, telsizde kavga lafının geçtiği andan itibaren herkes kendi pratik derdine düştü. tam bir yabancılaşma içindeler, ya da öyle oldukları söylenirdi, yazar olsalardı. bir şoför kavganın tam lokasyonunu öğrenmeye çalııyor, ona göre rota belirleyecek. bir diğeri, Görkem'e soruyor, Görkem ayrıldılar mı şu sokağa sapıyım mı ayrılmadılarsa buradan gelicem, vs vs... herkes müthiş bir serinkanlılık içinde. kavgadan mesela yola taş düştü der gibi bahsediyorlar. şimdi ben böyle anlatınca bu son derece normal geliyor tabii. ya ne yapsalardı diyebilirsiniz. ama o anda bu komik, ilginç, mesafeli geldi kulaklara. bütün dolmuş kıkırdadık, gülümsedik. Görkem tekrar bağlandı, ayrıldılar tamam trafik açılıyor dedi. işte bu. böyle net. görkem'in tavrı bana tam bir yazar tavrı gibi de gözüktü. ayrıldılar, yol açıldı, yazınız! veya dolmuşçuysanız, geçiniz!

Bir dolmuşçunun bir kavga ayrıldıktan sonra geçişi gibi bir kavga ayrıldıktan sonra yazmak!...


13 Eylül 2011 Salı

NATO KAFA NATO MERMER ANTİ-EMPERYALİZMCİLER İÇİN ARAP BAHARI EL KİTABI


NATO KAFA NATO MERMER ANTİ-EMPERYALİZMCİLER İÇİN ARAP BAHARI EL KİTABI 


Böyle bir kitapçık mı hazırlamalı acaba? Onların da sevdiği tarzda, yeşil kitap falan gibi, otoriter bir kitapçık.

Nereden çıktı şimdi bu derseniz: Arap devrimi karşıtı anti-emperyalistlerimiz söylediğim bazı şeyleri ısrarla duymamaya ve kendi kafalarındaki şeyleri duymuş gibi yapmaya devam ediyorlar. BirGün'de benim yazımı sansürleyip 'anti-emperyalizmi tartışmak' dosyası yaparak 'tartışmak'tan ne anladıklarını örnekledikleri günkü gazetede yer alan yazılardan birinde “NATO güçlerinin bombaları eşliğinde yaşanan iktidar değişimi hayırlı görülebiliyor” demişler. Tam bir dinlememezlik hali. Bırakınız benim böyle bir şey söylememi benim dışımda da böyle bir perspektif var mı? Ana medyada dahi ben böyle bir yazı görmüyorum. Kaddafi'ye ilk müdahale yapıldığı günlerde bir iki kişi "ama o da kendi halkını katlediyordu iyi oldu bombalar" dedi sonra kesildi. Neyse başkalarının ne yaptığı ne yapmadığı bir yana ben kendi söylediklerimin altını çizeyim madem bu anti-emperyalizm konusu böyle kabardı, ve de karışmaması için maddeleyeyim. Nato kafa nato mermer anti-emperyalistler için el kitabı gibi olsun.

a)NATO müdahaleleri ve 'emperyalist' müdahaleler iyi midir? İyiyse neden iyidir kötüyse neden kötüdür?

Süpergüçlerin müdahaleleri kötüdür, iyi değildir. Nokta. Bunları alkışlayan birini de ben hiç görmüyorum. Böyle birini eleştirme tavrı hayali birini eleştirme tavrıdır. Hayali birini eleştirerek hayali üstünlükler peşinde koşmaktır. Fakat sorunun ikinci kısmı kritik, kötüyse neden kötüdür? İşte bu noktada benim cevabım diğerlerinden ayrılıyor ve kilitlendikleri nokta da bu. Süpergüçler bu müdahaleleri iktidar için, güç için, bazen doğrudan petrolden pay kapmak için bazen güç gösterisi için bazen ticaret için gerçekleştirirler. Her durumda amaçlarının kimseyi özgürleştirmek olmadığı ve kendi ulusal çıkarlarını gözetmek olduğu açıktır. Bunlar bir takım küresel şirketlerle de el ele kurumlardır ve küresel şirket çıkarlarıyla ulus devlet çıkarları içiçe geçmiş yapılar olarak sömürebildiklerini sömürmenin, ezebildiklerini ezmenin yollarını ararlar. Bu kısaca işaret ettiğim dünya güç savaşımı şemasını çok daha iyi analiz eden, kriterlerini tarif eden, nasıl işlediğini, mekanizmasının doğasının hangi bileşenlerden oluştuğunu detaylandıran çok sayıda değerli çalışma mevcut. Bilmek isteyen hemen öğrenebilir. Ama genel resim çok incelemeden de karşımızda apaçık durmakta. Bunu da herkes görebiliyor sanıyorum. Bazen gözden kaçan bağlı bir nokta da sadece bombaların değil yardımların da küresel erk savaşlarının bir parçası olduğudur. Türkiye'nn küresel erk mücadelesindeki yerinin daha hırslı bir hal alması neticesinde biz de Somali'ye yardım siyaseti sırasında bunu yaşadık, nasıl bize uyarlanabileceğini öğrendik. Yardımlar hem devletlerin ticari ve politik hırslarına hem de şirketlerin büyüme taleplerine göre organize edilir. Yardımlar da aslında bombalarla aynı amaçla gönderilir ve çoğu kez de beraber gider. Her şey bir yana biz kendi ülkemizden bilmeliyiz ki süpergüçlerin ezilen halkları kurtarmak gibi bir dertleri olsaydı Kürtleri Türklerden kurtarırlardı. Chomsky buna benzer birşeyler söylemişti sanki ama kaynak hatırlayamıycam şimdi. Burada bizim ortodoksların kemalizme kaymaya engel olamadıkları, darbeciliğe, askeriyeye kaymaya engel olamadıkları, dahası Esadçılığa, otoriterliğe, anti-demokratlığa, özgürlük karşıtlığına kaymaya engel olamadıkları ve bunun farkında oldukları için de sinirlendikleri, saldırganlaştıkları nokta karşımıza çıkıyor: Foti Benlisoy'un deyimiyle 'ulusal anti-emperyalizm'. Benlisoy'un 'anti-emperyalizm ne değildir? başlıklı eski bir yazısı var zamanında BirGün'de çıkmış, orada çok net anlatıyor bunları, iyi de özetlemiş, alıntılamak yeterli bazı şeyleri. Yazının tamamı şurda var: http://www.teori.org/index.php?option=com_content&task=view&id=115&Itemid=42 . Ben ulusal emperyalizmi anlattığı yeri kopyalıycam:

"ULUSAL" ANTİEMPERYALİZM
Türkiye'de hayli yaygın olan anlayışa göreyse emperyalizm sanki bazı bölge ve ülkelerin dışında olan ve onlara "dışardan" dayatılan bir şeydir. Buna göre emperyalizm, milli bünyeye dışardan saldıran ve onu hakimiyeti altına alan yabancı bir güçtür. Bu anlayış, toplumsal sınıfları ve sınıf mücadelesini esas almaz; onun öznesi ezen ve ezilen uluslardır. Bu bağlamda, emperyalistler ve onların yerli uzantılarınca "ulusal sömürüye" tabi tutulan "ulusumuz" neredeyse doğası itibariyle antiemperyalisttir; bir nevi "proleter ulustur". Anti kapitalist vurgusu hayli zayıf olan bu "anti emperyalizm" biçimi, kendini sınıfsal temelde değil ulusal çıkarlar ekseninde tanımlar. Oysa emperyalizm dış mihraklarca dayatılan dışsal bir hakimiyet biçimi değildir. Emperyalizm, dışardan gelen bir tür ithal ürün olmaktan ziyade her kapitalist toplumsal formasyona zaten içkindir. Kapitalizm-emperyalizmin her kapitalist toplumsal formasyonda mevcut ortak yapısal unsurları vardır ve bu anlamda her kapitalist ülke emperyalist zincirin bir "halkasıdır". Herhangi bir kapitalist ülke emperyalistlere kölece boyun eğen işbirlikçilerce yönetildiği için değil, emperyalist sistemin doğrudan bir parçası olduğu için bu ilişki içseldir."

Şimdi bizim ortodoksların hayır hayır kemalist değiliz milliyetçi değiliz diye bağıra bağıra kemalizme ve milliyetçiliğe kaydıkları yer burası olmakta. NATO bombalarına karşı emperyalist hırslara karşı bir direnç mevzisi olarak ulus-devlet iktidarlarını görebileceğinizi düşünürseniz o zaman bu dışsal düşmanı savuşturması için kolaylıkla erki Esad'a veya Kemal'e devretmeye gönüllü olursunuz. Bu sebeple benim ilk tüylerimi diken diken eden BirGün'deki İbrahim Varlı haberi Esadçı olduğu kadar Kemalist ama bu yaftalardan daha mühimi, ulus-devlet iktidarını emperyal dış iktidara karşı desteklemeye sıkışmış son derece tehlikeli bir merkeziyetçi sol rezaletti. Bu bağı bir türlü kurmak istemiyorlar çünkü nereye yuvarlandıklarının farkındalar. Sen Esad diktatör de olsa ülkesi işgal 'tehdidi' altındayken (işgal altında değil çünkü Esad veya bombalanmıyor) onu her türlü dezenformasyona dahi saparak (Varlı'nın iliştirilmiş gazeteciliği gibi dezenformasyon denemelerini kastediyorum) desteklemeliyiz dersen o zaman birisi de bana Mustafa Kemal'i desteklememek için bir sebep söylesin. Veya yarın Erdoğan ABD ve diğer güçlerle çatışma haline girerse, onlarla ciddi zıtlaşan bir rejim kurarsa ve içerde Kürtleri ve solcuları keserse bu perspektifte bir atıyorum Suriyeli solcunun Erdoğan'ı desteklememesi için bir sebep söylesin. Ulusalcı solun büyük handikapı iplerin onun elinde olmaması ve eline almak için de iktidara, darbeye yaklaşmak zorunda olmasıdır. Emperyalizm ile savaşta diktatöryal rejimler birer mevzi olabilir diye düşünen bir bakış Türkiye'ye ne öneriyor? Ben bunu ısrarla sordum ama cevap vermiyorlar tabii. Neyse, nerede kalmıştık, süpergüçlerin müdahalesi peki neden kötüdür diyorduk. Hemen söyleyeyim kendi bakışımı: özgürlük başkasının eliyle gelemeyeceği için, özgürleşmede esasın kimin tarafından özgürleştirilme olması dolayısıyla kötüdür. Sadece aşağıdan hareketlerle özgürlük gelebildiğinden kötüdür başkasının gelip seni özgürleştirmesi. Geçici olarak birşeyler elde edilebilir, birşeyler yoluna girebilir dış yardımla belki. Ama buna kurtuluş, özgürleşme vs denemez. Ayrıca iktidarların birbirleriyle çatışmalarından ezilenlere fırsatlar doğabilir.

b)peki Arap Baharı iyi midir kötü müdür? Bir emperyal yutturmaca mıdır yoksa bir dizi devrim midir?

Hemen cevap veriyorum. İyidir ve bir dizi devrimdir. İyi de hocam Mısır'da iktidara şu geldi, Libya'yı emperyalistler bombaladı, petrollerini büyük devletler bombalarına bakarak yaptıkları matematik çerçevesinde üleştirdi, İran-İsrail-Türkiye gibi lokal zorbalar fırsat bu fırsat diyerek neleri kimlere vurdurabileceklerinin hesaplarına girişti, yerel erk odakları boşta kalan iktidarı kapmanın peşine düştü, kabile liderleri askerler başka gruplar yeni pastadan pay almak üzere harekete geçti, sözkonusu ülkelerin hiçbirine sosyalizm gelmedi, özgür Mısır kurulmadı, devrim konseyi kurulmadı, çoğu yerde hala eski adamlar başta veya yeni ama farksız adamlar vs vs.
Son yazımda adını andığım ve bir cümlesini alıntıladığım Asef Bayat'tan, Sıcak Nal'da yayınladığımız Muhammed Bamyeh perspektifinden burada bir kez daha alıntılar yapmak geçiyor içimden. Bamyeh'in yazısını bloga da koyduk: http://sicaknal.blogspot.com/2011/09/msr-devrimi-yerinden-ilk-izlenimler.html . Asef Bayat ile Birikim için yapılan söyleşiyi özellikle tavsiye ederim. (sayı 268-269'da). Neyse, ben kısaca söyleyecek olursam kendi bakışımı, şuna dikkat çekmem gerekir. İktidara kimin el koyduğuna bakmıyorum ben. İktidara bolşevikler el koymuş olsaydı nefis bir devrim olmuş olmayacaktı. Rusya ve Çin örneklerini onun için verdim. Sovyet devrimine bolşevikler el koydu da ne oldu? İlk gün özgürlük geldi ikinci gün Lenin üçüncü gün Stalin dördüncü gün Putin. Hızlı bir kalkınma, büyük acılar çeken alt sınıflar yitip giden özgürlük, derinleşen piramidal zihniyet, iyice yerleşen otoriter kültür ve merkezi endüstrileşme. Sovyetler döneminde Rus insanının siyasi kültüründe azıcık değişim olmuş olsaydı bugün Putin bu şekilde süpüremezdi. Dolayısıyla benim için harika bir devrim iktidara bolşeviklerin el koyduğu veya Baasçıların el koyduğu bir devrim değil. İktidarın yerinin dönüştüğü, ezilen kitlelerin erklendiği, siyaset kültürünün dönüştüğü, hayatın daha özgürlükçü bir hal aldığı devrim önemli. Dolayısıyla benim için 68 devrim, 17 değil. Aynı şekilde Arap devrimi devrim, Chavez değil. Birgün'deki yazılarımda defalarca değindim şurasından burasından. Arap insanı dünya siyasi haritasına kendi adıyla girdi ilk kez. Müthiş bir dönüşüm bu. Düne kadar Arap insanı diye bir birim hesapta yoktu süpergüçler haritaları açtıklarında. İtaatkar, kolayca yönetilen, kafasına vur ekmeğini al Arap kabileleri ve onların dediğim dedik liderleri vardı. Liderlerle konuşarak her işini hallediyor veya halledemiyordun. Şimdi Arap insanı var. Arap insanının ne istediği var. "Daha fazla özgürlüğe ihtiyaçları yok onlara Esadlar lazım" diyen Türkiyeli ortodoks marksist bakış acaba Türkiye insanını layık görüyor mu kendi kendini özgürleştirmeye? Yarın bütün Arap iktidarlarına korkunç kapitalistler ve yeni askerler el koyabilir. Her kim el koyarsa koysun şimdi o iktidarın ensesinde daha önce olmayan bir tehlike üflüyor. Kendi kendini özerklendirmiş Arap insanı. Mesela Türkiye iktidarına gelen biri ensesinde Türk insanının denetçi gözünü hissetmiyor. o sayede de ne kadar kolay polis devletleri kurulabildiğini, buna direnişi bırakın bundan rahatsız olmanın dahi ne kadar marjinal kalabildiğini görüyoruz, deneyimliyoruz. Nazi dönemini anlamak için Hitler ve partisinin iktidara el koyma biçimlerine bakmak yeterli sananlar var mı hala? Bütün dünya Alman siyasi kültürünü Alman insanının siyasi reaksiyonunu inceliyor ne olup bittiğini anlamak için.Arap insanına dönelim, Arap insanını yabancı kuvvetler veya İslamcılar veya devrimciler kurtarmadı. Devrimcisiz devrimler demem ondandı. Arap insanını Arap insanı kurtardı. Kurtulmak iktidara bolşeviklerin veya Chavezlerin gelmesi değildir. Kimin tarafından yönetildiğinin değişmesi değildir. Kurtulmak başka birisine dönüşmektir. Bu anlamda kullanıyorum. Bütün Arap iktidarları büyük güç mücadelelerinin kanlı oyun sahaları olacak bugünlerde elbet. Ancak bugünün defterden silinmiş bir öğenin deftere kendi kendini yeniden yazdırdığı tarihi bir moment olmasını değiştirmiyor bu güç mücadeleleri. Anti-emperyalizm zaten kendi başına sol bir pozisyon değildir. Türk sağından Türk soluna geçmiştir ve giderek geri de dönüyor. (şöyle birşey yazmıştım yıllar önce bu konuda: (http://sureyyyabirgun.blogspot.com/2007/04/trk-sa-anti-emperyalizmini-geri-alyor.html) Bugün Türkiyede kimlerin kendisini anti-emperyalist olarak kodladıklarını toplarsak oluşacak tablo zaten bunu anlatır. Üstelik de bu tablonun emperyalizme bir zararı yoktur ve birlikte çalışır.


c)peki bu durumda mesela Suriye'de Müslüman Kardeşler'i mi destekleyeceğiz?

Tabii ki hayır. Arap insanına özgürlük yolunda aracılık etmeye kalkışan hiç kimseyi desteklemeyeceğiz. Ne Müslüman Kardeşleri ne de Baasçıları. Tabii ki biri diğerinden daha kötü olabilir. Bunu bilebiliriz. Ama birinin diğerinden daha kötü olması bizi bir ehveni şere mecbur bırakmaz. Biz ikisinden de uzakta özgürleşmeyi savunabiliriz. Bir de süpergüçlerin süpergüçlerini bazen abartıyor anti-emperyalizmciler. ABD ve Fransa bir tümgüçlülük içinde değiller. Her şeye hakim değiller. Ama çok güçlüler ve bir durum kontrollerinden çıktı mı hemen geri kontrol altına almak üzere seferber oluyorlar. Tunus'ta ilk isyan çıktığında Fransız bakanlar isyancılar aleyhine atıp tutmuşlardı hatırlarsınız, iki günde çark etmek zorunda kaldılar. Clinton Ankara vs de rezil olup hızla çarklar ettiler bu süreçte çok açıktan. Hiçbir süpergüç Arap Baharı'nı planlamadı. Bu apaçık gerçeği görmemeye çalışanların iyi niyetlerinden şüphe ederim. Arap Baharı bir CIA operasyonu değildi. Kimse bu kadar hakim değil dünyaya. Tümgüçlü değil, ne baba ne devlet ne de ABD. Tunus'taki ayaklanma Tunusluların bir eseriydi ve kendini yakan o gencin eseriydi. O genç kendisini dünyayı değiştireceğini bilerek yakmadı. Dünyanın vicdanında küçük bir şeyleri oynatmak istedi belki de. Ama Arap vicdanı buna çok güçlü yanıt verdi, bu çağrıyı çok güçlü duydu. Süpergüçler sonradan bu yeni duruma ayak uydurup çıkarlarını takip etmenin yollarını aramaya başladılar. Arap baharı Arap insanının çıkarlarını bu süpergüçlere karşı başarıyla koruyamıyor olabilir. Olsun. Keşke Türkiye de daha yoksul ama insanlarının daha az itaatkar olduğu, daha ademimerkeziyetçi bir ülke olsaydı, keşke daha aşağıdan örgütlenen bir siyaset kültürüne sahip olsaydı da daha az dev ulusal inşaat şirketi olsaydı.
Bir de anti-emperyalistlerin samimiyetsizliklerini açık eden bir yanı var bu gelişmelerin, erklenen Arap insanı demek Arap coğrafyasının bir kaç lider aracılığıyla emperyalizme hizmet etmesinin de çok güçleşeceği demektir. Ortadoğu kendi insanıyla daha özgürlükçü bir bölge olma yolunda uzun yıllar sonra ilk kez bir adım atmış durumda. Süpergüçler ne yaparız da çıkarlarımızın elimziden uçup gitmesini engelleriz ve mümkünse kargaşada arttırırız diye telaş içindeler. Ve bizim anti-emperyalizmcilerin buna cevabı eski diktatörlerinize sarılın çağrısı yapmak oluyor Arap halkına.
Bütün bunların en iyi yanı şu: Arapların umrunda değil ortodoks Türk marksistleri! Onlar kendi özgürleşmelerini nasıl sağlayacakları ile uğraşmaya devam ediyorlar. Ama bir de kötü yanı var; Arap Baharı etnik bir gelişme değil. Orada insanların özerklenme girişimleri Londra'daki gence de güç veriyor, Barcelona'daki eylemciye de, Diyarbakır'a da, Atina'ya da esin ve yapabilirim duygusu veriyor. İşte bu duygunun Türk radikal sol kültürüne sirayet etmesini engelliyor bu gibi ortodoks setler. Zararı ne emperyalistlere ne Müslüman Kardeşler'e ne de Araplara. Zararı Türkiyeli solculara. Birilerinin aracılığına mecbur olduğuna ikna edilen Türkiyeli demokrat insanlar, Mısırlılar gibi ceketini alıp sokağa çıkıp iktidarı devirmenin yanlış birşey olduğunu öğreniyor bu Esadçılardan. Onun yerine partimizi takip et, bizi izle, ne yap dersek onu yap, biz sana ne zaman eyleme çıkacağını, ne zaman protesto yapacağını, hangi hedeflere hangi sloganlarla yürüyeceğini söyleriz. Yoksa alimallah ABD ülkemizi işgal eder, böler parçalar, İslamcılar iktidara el koyar, şeriat gelir, ülkemiz bombalanır, neme lazım. İşte bu setlerin yardımıyla ve mevcut Türkiye siyaset kültürünün malum piramidalliği, merkeziyetçiliği sayesinde, Türkiye o sözde çok nefret ettikleri AKP iktidarının otoriter yükselişine karşı hiçbir aşağıdan reaksiyon üretemeyen bir ülke olarak kendi karanlığında debeleniyor. Ama Türkiye siyaset kültüründen de Türkiye'den de mental olarak kopma noktasındaki Kürt hareketi kendi insanını özgürleştirecek adımlar atabiliyor. Evet, kısacası, özetle, bu ortodoksların anti-emperyalizm dedikleri siyaset, emperyalistlere hiçbir zararı olmayan, emperyalizme hiçbir zararı olmayan ama lokal otoritelerin otoritelerini pekiştiren, lokal isyanın isyankarlığını korku ve tehdit ile baskı altına alan, kendi kendisini özgürlüğün aracısı, özgürleşmenin uzmanı ve tek yetkili bayii ilan etmiş kişilerin ve kurumların ömürlerini uzatmaya yarayan bir aygıttır.