22 Ocak 2009 Perşembe

iki rüya gördüm bu sabah:

ikisinde de kuzen çağlar var. şişlideyiz, onların şimdiki evlerinin orda, şişli adliyesinin önünde gibiyiz ama yol nasıl ana baba günü anlatamam. gerçi her zaman öyle de rüyada iyice bir ana baba günü. bir de tuhaf türk adetleri gereği hani bir şerit park bir şerit bekleşen taksiler bir şerit de kuruyemişçiden sigara alanlar falan oluyor ve sadece bir şeritten klakson çalan halk otobüsleri geçiyor falan ya, o tıkanık kargaşadan bile daha karman çorman bir kalabalık hali var caddede.
işte bu kargaşanın içinde en hızlı akan araç gariptir bir kamyonet ama uzunca bir kamyonet. içi kasa kasa balık dolu. hamsi midir nedir öyle bir balık. fakat balık kasaları kenarlarda, orta yer boş ve ortada da insanlar ayakta duruyorlar ve anlıyorum ki bu bir tür minibüs gibi işletiliyor, muavin falan var. en hızlı araçlar bu balık kamyonetleri artık diyor çağlar bana, millet de onlara binmeye başladı.
şimdi yazarken farkediyorum, balık istifi lafını fazla literal almaktan ibaretmiş bu rüya.

ikincisi de gene aynı caddede geçiyor. bu kez caddede ayakkabı tamircisi ayakkabıcı gibi garip bir dükkan varmış. bu dükkandaki adamlar benim istanbulda kalan 4 çift ayakkabımı nasıl becerdilerse alıp vitrinlerine koymuşlar. ama tek koyuyorlar vitrine, diğer teki içerde. versenize ayakkabılarımı falan demek üzere dükkana giriyorum. adamlar bir anlaşma öneriyorlar. meğer benim ayakkabıları kiraya veriyorlarmış. tanesini şu kadar kiralıyoruz falan diyorlar. size de bir pay verelim. dort ayakkabıya aylık 25 milyona anlaşıyoruz. bana bayaa karlı bir alışveriş yapmışız gibi geliyor. çağlar da iyi yi kabul et diyor. sonra vay be ne iyi oldu şimdi o ayakkabılar zaten kullanılmadan duracaktı falan diyoruz. hatta kara geçip cebi dolanların yüce gönüllüğüyle ya ihtiyaç sahiplerinin ayakkabı sahibi olmasına da bir katkımız olması da işin en güzel yanı yoksa 25 milyon ne ki falan diyoruz.
sonra çağlar birden iyi de ya adamlar ödemeyi yapmaz aksatırlarsa, ve o sırada ayakkabılar kirada olursa ve ne ayakkabıları ne parayı alamazsak diyor!
panikle uyanıyorum....

*Nazım'ın Vera'ya yazdığı bazı şiirlere bakıyorum. Vera Moskova'da kalıyor Nazım başka memleketlere seyahatlere gidiyor, o seyahatler sırasında yazılmış, özlem anlatan, Vera ile konuşan şiirler.
düşünüyorum, bunlar basbayaa email de olablirdi aslında.
bunların şiir olmasının sebebi internetin yokluğu. gittiği otel odalarında internet olsaydı laptopunu açıp bir email yazacaktı belki Nazım, sonra daha da kötüsü belki chat yapacaklardı. bağlantı hızına falan göre bakmışsın video veya sesli bağlantı da yapıyorlar.
arada dayanamayıp şiirimsi sözleri chatten emailden yollayıp duruyor Nazım. hepsi kaba sözlere karışıp bulanıp yitip gidecekti.
email çağında çok fazla metin böyle heba oluyor, veya gereğinden fazla metin üretiliyor. hangisi daha iyi?
o şiirler yazılacağına emaillere eyvallah denseydi keşke diyecek de çok ademoğlu bulunur biliyorum...
mektup-email çağının ikisini de yaşadık biz. düşünmeli bunu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder