söylemiştim galiba, kuzen Pıda ile Cevahir'de Sonbahar filmine girmeye çalışırken Issız Adam'ın da son bölümüne denk gelmiştik. Sonbahar seansını çünkü Issız Adam seansının içine gömmüşlerdi -Issız Adamın Sonbaharı! ki Sonbahar'daki Yusuf gerçekten de yaman bir ıssızlık sahnesi ile çıkmaktaydı hayattan- yani bütün gün Issız Adam ama mesela 13.30 seansı Sonbahar. işte o 13.30 seansına biraz erken gidince ve kapıları açık bulup içeri kıvrılınca Issız Adam'ın son bölümünü de seyretmiştik.
şimdi filmin tamamını da seyrettim ve son bölümü derken final sahnesini başından itibaren seyrettiğimizi farkettim! yani Alper ile Ada'nın sinema girişinde karşılaştıkları andan itibaren. düşününce, sanki bir deney gibi. sanki biz yönetmenin arkadaşlarıyız, finaldeki sahnenin tek başına nasıl durduğunu merak etmiş bizden böyle bir şey rica etmiş biz de ayıpsın baba sen seyretmemizi istediğin bölümü oynat biz izleyelim ne demek demişiz ve deney başlamış gibi.
deneyin sonuçları mı?
final sahnesi tek başına izlendiğinde kahramanlara hikayeye yönelik pek bir değerlendirme yapılmıyor. bir sebeple yolları ayrılmış ama aslında birbirini sevmiş iki insanın dramatik karşılaşması ile biten acıklı bir aşk filmi duygusu ediniliyor. fena halde melodramatik bulup burun kıvırmak veya nasılsa karanlık bir salondayım deyip kendini melodramın etkisine bırakmak olası. fakat filmin bütününü izlemiş izleyiciye göre melodram etkisi ikiye katlanıyor çünkü sadece final sahnesini seyreden seyirci aşıkların ikisiyle de özdeşleşebilecek durumda. ikisinin de acısını hissediyor. (o kadar kısa sürede nasıl özdeşleşecek seyirci derseniz final sahnesi bize hemen hayali gecmisler baglayabilecegimiz bir yerden icine aliyor zaten derim.) yani sadece final sahnesini hisseden bir çifte acı yakalama şansına sahip. (filmin bütününü seyredenlerin bunda çok zorlanacaklarını söylemiş oluyorum böylece -ya da bunun hiç gerçekleşmeyeceğini.)
The Break Up (2006 Peyton Reed) diye tazece bir film var, orda da film ayrılmış çiftlerin yolda karşılaşması birbirine kibar sözler etmesi ve ters yönlere gidip arkadan birbirlerine bakmalarıyla bitiyor. ama neredeyse komedi havasında. hadi komedi değil de şu havada "ah, hayat böyle!" Halbuki Issız Adam'ın aynı sahneyi bambaşka bir adım hızıyla ve bambaşka bir ağırlıkla işleyen final sahnesi şunu diyor: "Ah! Hayat böyle..."
Kısa özetlersiniz aynı gibi gelebilir finaller ama ünlemin yeri fena halde farklı olunca herşey bambaşka bir şekil alıyor...
filmin tamamını izlemekse tabii dedikodusal okumalara kapı açmakta.
mesela özdeşleşme meselesi.
tarafların başına dışardan bir şey gelmediği için aşıkları dışarlıklı güçler ayırmadığından içerde taraf tutmak çok daha yüksek bir olasılık.
aslında filmin bütününü seyredenlere final sahnesinin kötü sürprizleri varmış Ada'yla ilgili. o sahneye kadar Ada'nın niyetlerine dair ipuçları daha örtük iken orada artık inkara izin vermeyecek şekilde öğreniyoruz ki Ada Alper'i 'kafeslemeye' çalışıyormuş, o olmayınca gidip başka bir 'enayi' bulmuş, hemen çocuk yapmış, giyimini kuşamını değiştirmiş, gençliği atmış üzerinden, iş kadını ve anne görünümüne bürünmüş. aslında meğerse gerçek seven o değilmiş oğlanmış. Ada bir de kocasıyla yatarken kocasını arzularına veya duygularına göre değil çıplak ve çıkarcı mantığıyla seçtiği için arzu nesnesi ihtiyacını da gene Alper ile karşılıyormuş. Alper'i hayal ediyormuş kollarında Hakan'ı tutarken.
aslında yalan söylemeye devam ediyor -Alper'in annesine aslında bu davranışını bir şekilde doğru bir zamanda Alper'e iletsin diye gitmiş. (Hatta final sahnesindeki içinden konuşmalarda iç seslerde birden çok yalan söylediği de düşünülebilir. ve bu kendine yalan söylemekten farklı -kendi resmi anlatısını kuruyor çünkü o iç sesle)
Galiba en kritik sahne bir sevişme sahnesindeki kırılma. orada Alper küçük bir deneme yapıyor. sevdiği gibi sevişme denemesi. bu tür şeyler böyle pat diye yapılır sonuçta önceden konuşma yapacak hali yok. kabul görürse ileri gidecek görmezse de o zaman konuşulabilir birşeye dönecek. o yüzden önce yapmak gerekiyor. Alper de yapıyor. ve ne oluyor -Ada tarafından acımasızca bastırılıyor, eziliyor. Başka bir sevme ve ilişki kurma biçimini tek doğru olduğundan emin olduğu biçimi Ada Alper'e dayatıyor. hem de sembolik bir davranışla elini yüzüne koyarak, bastırıyor Alper'deki arzuların şekillenişlerini kendisininkini yerine koyuyor. bu rahatlığı kendi arzu biçiminin daha konvansiyonel olmasından, uzlaşmaların süzgecinden geçmiş olmasından alıyor. sorgulanacak birşey var gibi gözükmüyor ona. veya acaba ifade edemediği neler vara götürmüyor. Önce doğru yola sokayım orada düzelir diyor ve bastırıyor. Alper'in böyle sevişmek çok güzeldi falan dediği yerler final sahnesinden de acıklı aslında, gerçekten seven ve değişmeye çalışan, sevdiğini mutlu etmeye çalışan birini görüyoruz o sarılma sahnesinde. filmin sonunda iyice ortaya çıkıyor(muş) ki Alper sevmişti ama samimiyetsiz bir kıza çattı. 30uma basmadan evlilik işini hallediyim mümkünse gelecek de garantilensinci bir kıza. Alper'in yemek yaparken veya plak koleksiyonuyla yaşadığı estetik deneyimlerin aşktaki karşılığının nasıl olacağını hiç merak etmedi Ada. yatakta Saray muhallebicisindeymişler gibi sevişmeye, hayatını Starbukcs gibi örgütlemeye zorlama hakkını buldu kendinde -çünkü adam onu sevmişti ve bu artık doğru yolu sevdiği anlamına çekilebilirdi pederce. bir dua bir dua daha. ve bir kutsama tamam. Alper'in çalışanlarıyla kurduğu insani ilişki seviyesinin bize defalarca gösterilmesi ondan -sadece mutfakta değil insan hayatına karşı da özenli olabiliyor bu adam dikkat edin ipucu. ayrıca ilişki kurduğu bütün fahişeler onu seviyordu -sadece düzenli ilişki kurmak isteyen ama bunun için gene fikrin kendisinin esas sahibi gibi ortaya çıkmanın yeterli olduğunu düşünen rockçı havalı kız sevmiyordu. Alper'in doğru kızı sahafta bulacağını varsayması da aynı özen arayışının bir uzantısıydı. onun plaklara özendiği gibi kitaplara özenen bir kız -işte bununla yaşanır, sevişilir, herşey en güzel yapılır... Ama anladık ki Ada'nın kitap tutkusu hiç de o kadar incelikli değil, ikinci el kitaba ilgisi de kitapların kendisinden çok eski sahiplerine odaklı. hani sahaftan içeriye değerli bir dergi girdiğinde birbirine öldürecekmiş gibi bakan iki eski dosttan biri değil. alakası yok.aşk acısını aşk acısı olarak yaşamaya da niyeti yok, hemen aşk meselesini bir hale yola koyup aşk acısı yaşama işini Alper'e bırakmış. ve Alper'in babasının yokluğunda annesiyle geliştirdiği çatışma ilişkisini de hiç hesaba katmıyor çıkarcı Ada.
öte yandan, tersine çevirirsek, Ada gerçekten talihsiz olan sevgili diye bir yorum hattı da açabiliriz. Alper herhangi bir şeyi paylaşmayı aslında bilmiyor, çok uzun yıllardır aynı fahişelerle takılması bu fahişelerin, temizlikçi kadının ve kendisinin ilişkisi içinde hiç sevgi birliktelik vs temalar yok. herşeyi kontrol etmek isteyen bir yırtık. üç yemek yaptı diye kendini birşey sanıyor, Amerikan Sapığı havalarına giriyor. sempatik görünümlü otoriter bir patron, kimse ondan birşey talep edemiyor o hep alıyor. ne vereceğine kendisi karar veriyor. sınırlarına kimseyi yaklaştırmıyor. yaklaşanı siliyor programdan. Ada'ya sonradan çok aşık gibi gözükmesi ise tam bir aldatmaca -gerçekte böyle uzaktan sevilecek bir figüre ihtiyacı vardı. onu yakınlaştırıp, kendine aşık edip sonra da haksızca kovdu ki bu dram onu hep kovalasın ve böylece aslında yaşamını domine etmesini istemediği ilişki arzuları içinde kabardıkça gerçek bir kadına kendini kaptırmasın ve bu yitik figüre vahlanarak durumu idare etsin. bütün bunlardan habersiz Ada ise bildiği güzel dünyaya adım atabileceğini sanıyordu Alper'in bütün özenli ilgi hamlelerinde. bunları sürekli kılmayı ve ideal bir hayata kavuşmayı düşlüyordu. içten içe korksa da. çünkü bu ilgi hamlelerinin yokluğunda ürkütücü bir kayıtsızlık ve tekinsizlik hissediliyordu. çok geçmeden tekinsizliğin esas oğlan olduğu ilgi hamlelerinin Ada'yı bir kaybedilmiş güzel sevgili figürüne dönüştürme operasyonunun kahredici dayanaklarından ibaret oldugu anlaşıldı. talihsiz Ada kendini toparlamaya, yeni bir hayat kurmaya çalışmıştı, ama gerçek aşkın gölgesi ruhunu kemirmeye devam ediyordu, Alper'in annesiyle sürdürdüğü ilişki bunun en derinden kanıtıydı. tam ayrılamamıştı bir türlü Alper'den. inanamıyordu başına gelenlere bir yanıyla. ve öyle bir figüre ihtiyacı olmamasına rağmen kalbinde taşıdığı için gerçek acıyı o çekiyordu, Alper gibi derinlikli acı çekme ihtiyacının karşılanması karşılığında bir iki gereksizliğe katlanmış da değildi. Ada fena avlanmıştı ve avcı sırıtıyordu. ağlamaklı sırıtışı tam da herşeyin istediği gibi hem kontrolünde olmaya devam ettiği hem de zararsız bir derinlik kazandığını anlatıyordu..
vs vs.
-görüldüğü gibi filmin final sahnesini kopuk olarak önce izleyenler her iki kahramanla da özdeşleşebiliyor!
anne hariç...
analar taş yesin özdeşleşmeden beş yesin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder