7 Ocak 2009 Çarşamba

sonbahar

kuzen Pınar'la Sonbahar filmine gittik geçen gün. Pıda sağolsun yoksa ben kaçırırdım. halbuki asla kaçırmamam gereken bir hareketlenmeymiş bu.
ayrıca bir 19 Aralık filmi izlemek de yeni bir duyguydu benim için. bilmiyorum filmin böyle adlandırılması doğru mu ama ben o duyguyla seyrettim.
bugün Bülent'le konuşuyorduk, filmi sevip sevmediğimi sordu. kaçamak yanıt verdim, ısrarla gene yani sevdin mi sevmedin mi dedi, bu kez de Pınar sevdi falan dedim :)
biraz önce de mutfakta düşünüyordum, neden böyle yaptım. sanırım sebep şu: 'kalleş' bir yerden bakmadığı sürece bir 19 Aralık filmine sevmedim diyemem rahat rahat. ama sevdim demek de dondurucu gelmiş olmalı.
şimdi bütün bu düşünceleri arkaya atıp duygumu yakalamaya çalışmak için de çok geç.
Pınar sonra fatih özgüven yorumunu fwdladı bana. bizim hissettiğimizin nasıl da tam tersi değil mi gibilerden.
özgüven biraz fazla net dışlamış filmi. filmdeki delikanlının canlılığını. ortaklıkları gönderme diye değil kılıksız bindirmeler diye okumuş. kahramanı dava adamının davasız anlatımı gibi görmüş.
oralardan bir eleştiri geliştirilebileceği doğru geldi bana da. ama öte yandan özgüvenin tümden ihmal ettiği ve çok önemli başka şeyler var.
bir 19 Aralık filmi aynı zamanda 90'ların devrimci gençliğinin filmidir. ben de bugünlerde 90'lar radikalizmine değen bir roman üzerine çalıştığımdan (daha doğrusu kafamda döndürüp durduğumdan romanı) ayrıca ilgimi çekiyor. gerçi ben zaten hep ya 80ler ya 90lar üzerine çalışıyorum. Hepimiz Gogol'un Palto'sundan Çıktık 80'ler, Kanlar Ülkesinde Karnaval ikisi birden gibi ama daha çok 90'lar. Kanlar Ülkesinde Karnaval ölüm oruçlarının da içinden geçiyordu ve şimdiki derdim de gene geçiyor.
Yusuf 90larda içeri girmiş. 90lar radikalizminin bir parçası.
Pınar Yusufla kendisini karşılaştırırken tamam onda korsakoff yok o yüzden halüsinasyonlar falan yok dedi. haklı.
buna karşın zamansızlığı yakalamasını övdü filmin -naapıcaksın sorusuna sadece bir kulak çınlamasının yanıt verebilmesi durumu.
şimdi ne yapacaksın?
Yusuf ölüm için döndüğünde kimi dönüştürdü -Elka'yı.
bir kararsız öğe gelip bir başka kararsız öğeye çarpınca onda dönüşüme yol açabildi.
Mikhail çok kararlı bir öğeydi. o sadece hafif sarsıldı, küçük bir sorgulama ferahlama iç dökme yadsıma anı yaşadı sonra devam etti.
annesine açıklanmayan acılar kaldı yine.
açıklamalar Elka'ya yapıldı en çok.
konuşamama -dil yoksunluğu /anne de çok kararlı bir öğe. annenin rutinleri birer parçaları birleştir gücünde, duvar gibi örüyorlardı her sabahı akşamı, ağ geriyorlar. rutinlere sızmak zor. orada bunlar ritüele de kaymış kısmen.
bu Teorema gibi bir film olsaydı yusuf yaylada Mikhaille yatardı, sonra mikhail karısından ayrılıp yeni bir hayata başlardı, sözgelimi. ama Sonbahar o tarz bir makale-film, o tarz bir şiir-film değil -daha olağan içinden düşmeden geçmeye çalışıyor. bunu da yapıyor. düşmeden geçiyor karşıya.
cevahir alışveriş merkezinde bu filmi seyretmemizi eskiden olsa tuhaf bulurdum/k. şimdi akışların birbirine girdiği kentin doğal ve aynı zamanda imkanlı bir hali gibi geliyor. salondaki izleyicileri ayırt etmek zordu -tek tek gelmiş teyzelere kadar...
en sonunda, annesi bir daha çal yusuf dediğinde ağlamaya başlamıştım ki film bitti. meğer final çemberiymiş o.
ben kendi kendime çeşitlemeler hayal ederek anıyorum filmi -mesela Yusufun ölmeye gitmesi ve odasında kendi gençliğinin dondurulmuş mumyalanmış posterlerde aynaya bakar gibi görünen halini bulduğu versiyona alternatif olarak gençliğiyle bir çatışmaya girdiği bir karşılaşma. o odada. dışarı çıkmadan. nesnelerin bulaştığı.
annesiyle bitimsiz diyaloglara girdiği bir versiyon. hiç susmadığı. altyazıların dolup taştığı. ve o sırada telefonda kalmayıp kız kardeşin ve eniştenin geldiği. hep birlikte yemek yenen ve çok konuşulan -ve babanın pozisyonu hakkında farklı farklı spekülasyonlar. sonra mikhail de geliyor ve daha yeni yusufla yatmış ve karısından ayrılmak üzere, o da çok konuşkan -tüm sözlerin üstünü örten gündelik hayat perdesi silkeleniyor.
Sonbahar bu etkiyi başka yerden zaten yapıyor hoş -ben sadece daha çok konuşma ve iç içe geçirme karşılaştırma seviyorum galiba.
buz patenine kayış -kayan patencileri seyrederken/ ve bir çocuğu üzmek bir çocukluğun lehine.
saat 3 oldu hafiften uykum geldi gibi atlasam mı bu fırsatın üstüne -fırsatçı uykucu, uyku fırsatçılığıyla.

Fırtına ve Gitmek'i de seyretmem lazım. Sonbahar hakkında daha düşünücem. ama pz.tesi ingiltereye dönüyorum nasıl olacak bilmiyorum. sanırım çok zor. fırtına zaten pek bir yerde oynamıyor artık.

Eker ayran almıştı Neval bana. ondan içiyim burayı bırakıp diye geçiyor aklımdan. özlüyorum sonra ayranı çok.

bir soru: 10 yıl kalmak üzere cezaevine gireceğinizi bilseniz istanbuldaki son gününüzde ne yaparsınız?

vecdi'in edip canseverle 'dövüş' anısını hatırladım bak şimdi. yasakmeyvede okumuştum ama hangi sayı hatırlamıyorum. son sayılardan birinde.

vecdi orada edepli, hiç tartışmıyor, ama canseverin 12 eylülün hemen ertesinde hangi birikmişliği hangi sessizliğe boca ettiği de gözden kaçmıyor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder